Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının önderliğinde gerçekleştirdiğimiz Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mız ile elde ettiğimiz bağımsızlığımızı ne yazık ki 1950 yılından bu yana kaybettik. Kurtuluş Savaşı’mızdan kısa bir süre sonra emperyalizmle işbirliği içinde olan, biri antika diğeri modern gericiliğin temsilcisi iki sermaye sınıfı yani Finans Kapital ve Tefeci-Bezirgân Sermaye sınıfı ittifak halinde iktidara yerleşti. 1950’li yıllardan bu yana bu iki sermaye sınıfının iktidardaki temsilcileri, bir yandan ülkemizi yeniden ABD-AB Emperyalizminin talanına açarken bir yandan da Laik Cumhuriyet’i ve Cumhuriyet Devriminin tüm kazanımlarını ortadan kaldıran uygulamaları gerçekleştirdiler.
1950 DP iktidarı ile birlikte ABD Emperyalizmiyle tam bir göbek bağı kurulmuş, ülkemizin kaderi günümüze değin yerli-yabancı uluslararası tekellere terk edilmiştir. Bildiğimiz gibi eğitim bir üstyapı kurumudur ve eğitim ile ilgili ne olacaksa belirleyicisi de alt yapıdaki üretim ilişkileri, ekonomidir. İşte o nedenle, ekonomimizi belirleyen ABD-AB Emperyalistleri, eğitim sistemimizde de belirleyici olmuşlardır.
Ülkemizi 2002 yılından bu yana, ABD-AB Emperyalistlerinin Ilımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projeleri doğrultusunda iktidara getirdikleri ve kendilerine hizmette kusur etmemek kaydı ile bugüne kadar iktidarda tuttukları AKP’giller yönetmektedir. AKP’giller, tarihin üretimle hiçbir ilişkisi olmayan en asalak, en soyguncu, en vurguncu, en gerici ve ideolojisi din bezirgânlığı olan Tefeci-Bezirgân Sermayenin günümüz Türkiye’sinde iktidardaki temsilcileridir.
Gerçek İslam ile en ufak bir benzerliği olmayan Muaviye-Yezid, CIA Pentagon İslamcısı olan AKP’giller, iktidara geldikleri günden bu yana çürütülmedik hiçbir kurum, çürütülmedik hiçbir değer bırakmadılar ülkemizde ne yazık ki. Çünkü onlar sınıf çıkarlarına hizmet etmeyen, ona ters düşen her iyi şeyi yok etmek isterler. Başka türlü davranmak gelmez ellerinden. Sınıf karakterleri böyle emreder.
İşte bu nedenle Ortaçağcı-gerici AKP’giller, 2002’den bu yana sınıf karakterlerinin emrettiği gibi, Laik Cumhuriyet’in eğitimle ilgili olarak kalan son kırıntılarına da saldırarak yok ettiler. Kendi sömürü düzenlerinin ve Ortaçağcı Faşist Din Devletine gidişin çarklarını daha kolay döndürecek uygulamaları yürürlüğe koydular. 4+4+4 Kesintili Eğitim Modeli ile Laik, Bilimsel, Demokratik Eğitimin izini tozunu bırakmadılar. Tüm eğitim kurumlarımızı Peşaver Medreselerine çevirdiler. Çocuklarımızı-gençlerimizi düşünemez, sorgulayamaz hale getirdiler. Yılan yuvası tarikat-cemaat evlerinde masum yavrularımızın bedenlerine, akıllarına ve ruhlarına hayâsızca çöktüler, geleceklerini ellerinden aldılar.Onları; Enes’leri, Mehmet Sami’leri Ortaçağcı Gericiliğin, Muaviye-Yezid İslam’ının pençesinde katlettiler. Eğitimdeki bu Ortaçağcı-gerici gidişatın önemli bir ayağını da öğretmenlik mesleği oluşturdu.
Bildiğimiz gibi bu süreç Köy Enstitüleri’nin kapatılışı ile başlamıştı.12 Eylül Faşizminin taşlarını döşeyen 1. ve 2. MC dönemlerinde çok önemli ivme kazandı. 12 Eylül Faşist Darbesinin ardından uygulanan eğitim ve öğretmen yetiştirme politikaları söz konusu geriye gidişi katmerlendirdi. 12 Eylül Faşizminin ürünü olan YÖK ile birlikte, 1982 yılında öğretmen yetiştirme işi üniversitelere devredildi.
Açıldıkları tarihten itibaren de eğitim fakültelerinin yapılanması, programları, tıpkı eğitim sistemimizin diğer kademeleri olan ilköğretim ve ortaöğretimde olduğu gibi yazboz tahtasına çevrildi. Öğretmen niteliği (!) sorun olmaya devam etti.
Örneğin,1994 yılının sonlarında, 1998 yılına dek sürecek olan “YÖK/Dünya Bankası Hizmet Öncesi Öğretmen Eğitimi Projesi” başlatılarak; nitelikli(!), öz be öz Milli ve Yerli(!), öğretmen yetiştirme işi Dünya Bankası aracılığı ile ABD-AB Emperyalizminin emin ellerine bırakıldı. Milli Eğitimi Geliştirme Projesi” de söz konusu süreçle bağlantılıdır. Proje kapsamında, Türkiye’de Öğretmen Egitiminde Standartlar ve Akreditasyon Çalışmaları ekibi oluşturuldu; bu milli eğitim projesinin başına da yerli ve milli(!) ABD Rhode Island Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Dr. Barbara Brittingham ve YÖK MEGP Proje Ekip Başkanı Dr. Margaret Sands getirildi. Tüm bu süreçlerle bağlantılı olarak, 1997-98 eğitim-öğretim yılında Eğitim Fakültelerinin programları yeniden düzenlenerek standart hale getirildi, ilköğretim ve alan öğretmenleri yetiştirme işi yeniden düzenlendi. Yükseköğretim Kurulu, yeni düzenlemenin temel gerekçesi olarak, yaklaşık 15 yıllık sürede gelinen noktada, “(…) Eğitim Fakültelerinin yanlış yapılanma, temel amaçlardan uzaklaşma ve benzeri sorunlarla karşı karşıya bulunduğu ve ülkenin öğretmen gereksinimini karşılamada gerek nitelik gerekse nicelik olarak yetersiz kaldığı” saptamasını yaptı.
Ancak, kılavuzu Dünya Bankası/ABD-AB Emperyalizmi olan öğretmen yetiştirme sistemimizin nitelik(!) sorunu var olmaya devam etti.
2002 yılında iktidara gelen AKP ile birlikte tüm eğitim sisteminde, buna bağlı olarak da tüm eğitim kurum ve programlarında “Dindar ve Kindar” nesiller yetiştirmek üzere hızla Ortaçağcılaştırma gerçekleştirilirken, eğitim fakülteleri ve öğretmenlik mesleği de bundan nasibini aldı.
AKP’giller, 2006, 2008, 2009, 2011 yıllarında programlarda “nitelik, kalite, mesleki-milli-manevi değerler, akreditasyon, Bologna süreci” adı altında, bu geriye gidişi hızlandıran düzenlemeler yaptılar. Yapılan her düzenleme, öğretmenlik mesleği için yeni sorunlar oluşturdu; bedelleri ağır olan sonuçlara yol açtı. “Öğretmen Niteliği” diye diye, uygulanan bilim dışı, ahlâk dışı, insanlık dışı politikalarla öğretmenlik mesleğini de itibarsızlaştırmak, çürütmek için yapmadıkları kalmadı.
Bütün yapılanların sonucu olarak, öğretmenlik mesleği ne hale getirildi? Öğretmenlerimiz ne durumda? Bazı örnekler vermekle yetinelim:
Bakkal dükkânı açar gibi üniversiteler ve bunlara bağlı olarak da Eğitim Fakülteleri açıldı. Buralarda bilimsel yetkinlikleri ve uzmanlıkları olmayan devşirme personel kullanılmakta, bile isteye öğretmen eğitimi çökertilmekte;
Bin bir emek ve zahmetle, ekonomik güçlükler içinde okuyup öğretmen olan yüz binlerce halk çocuğumuzun atamaları yapılmamakta, onlara İşsizlik ve Pahalılık Cehenneminde ölümlerden ölüm beğendirilmekte; İşsiz kalma, üretim dışı kalma baskısına dayanamayan genç öğretmenlerimiz canlarına kıymakta, ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı bir milyona dayanmış durumda;
FETÖ’cülerin, her türlü cemaat ve tarikat bağlantılıların kopyalarla, şifrelerle kazandırıldığı KPSS’lerde, halk çocuklarımızın umutları, gelecekleri çalınmakta. Yandaş Eğitim Bir-Sen ile el ele kol kola, öğretmenlik mülakatlarında olmadık hile hurdalar yapılmakta. 83 puanla ataması yapılmayan Fedai Öğretmen, elektrik direklerinin tepelerinde katledilmekte. Gebe haliyle ve Covid virüsüyle boğuşurken KPSS’ye giren, 91.51 puan alan Binnur Öğretmen, “mülakat” ta başarısız (!) olarak ataması yapılmamakta. Yasaların arkasından dolanarak, MEB’de her düzeyde liyakatsiz atamalar yapılmakta;
Öğretmenlerimiz ucuz işgücü olarak, güvencesiz ve esnek çalıştırılabilmek için, örgütsüz bırakarak hak arama yollarını ellerinden alabilmek için “sözleşmeli”, “ücretli” vb. statülerle kölece çalışmaya mahkûm edilmekte;
Kadrolu olarak çalışan öğretmenlerimiz bile her kademede (Okulöncesi, İlkokul, Ortaokul, Lise) OECD ülkeleri ortalamasının çok altında ücretlerle çalışmakta;
Atamalar nedeniyle aileler parçalanmakta, farklı şehirlerde görev yapmak zorunda kalan binlerce karı-kocanın, anne-baba yüzü görmeyen çocukların çığlıklarına sağır kalınmakta;
Covid 19 salgını öncesinde de kalabalık sınıflarla, yetersiz fiziki altyapıyla, okullardaki sağlığa-hijyene aykırı ortamlarla mücadele eden öğretmenlerimize, salgın süreciyle birlikte gittikçe ağırlaşan çalışma koşulları dayatılmakta, alınmayan sağlık önlemleri nedeniyle pek çok öğretmenimiz hastalığa yakalanmakta, yaşamını yitirmekte…
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, AKP’giller’in hazırladığı ve öğretmenlik mesleğini meslek olmaktan çıkaracak, meslek onurunu yerle bir edecek, özlük, ekonomik, sosyal ve örgütlenme hakları bakımından büyük tuzaklarla dolu, kalan itibar ve statüsünü de tamamen ortadan kaldırarak mesleğe son darbeyi vuracak olan 12 maddelik “Öğretmenlik Meslek Kanunu” teklifi, 10 Ocak 2022 tarihinde TBMM Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda kabul edildi.
Aşağıda, Kanun ile ilgili olarak, mihenk taşı oluşturacak noktalara, ayrıntıya boğmadan değineceğiz.
Kanun teklifinin “Genel Gerekçe”si, “Geleceğimizi emanet edeceğimiz genç kuşaklara milli ve evrensel temellerde değer ve düşünceler ile üstün becerilerin kalıcı bir biçimde kazandırılması, ancak eğitim yolu ile mümkün bulunmaktadır. Gelecek nesillerimize istenilen beceri ve değerlerin kazandırılması için hazırlanacak ileriye dönük programlar ile eğitim sisteminin uygun bir yapıya kavuşturulması çabaları yanında, öğretmenlerimizin nitelik ve statülerinin iyileştirilmesine özel bir önem verilmesi gerekmektedir” diye başlamaktadır.
İktidara geldikleri günden bu yana öğretmenlik mesleğinin itibarını, niteliğini, statüsünü yerle bir eden, ayaklar altına alan her türlü söylemi ve uygulamayı 80 milyonun gözü önünde fütürsuzca gerçekleştiren, öğretmenlerimize her türlü hakareti kendilerinde hak sayan, ümmet toplumu özlemi içinde olan bu vicdansız Ortaçağcılar, yine gözümüzün içine baka baka yalan söyleyerek milli ve evrensel değerlerden, nitelikten, statüden dem vuruyorlar!
İşte AKP’giller’in 20 yıldır öğretmenler ile ilgili olarak hiç utanmadan, sıkılmadan söylediklerine, yaptıklarına bazı örnekler:
Ömer Dinçer:
“Dünyanın hiçbir yerinde öğretmenlere kucak dolusu para verilmiyor.”, “Sürekli açım demeyin, mesleğin saygınlığı zedelenir.”, “Öğretmenler öyle iddia ettiğiniz gibi yılda 1500 saat çalışmıyor. Okullar yılda 186 gün açık, bu da 26 hafta eder. Günde sekiz saat çalışsalar bile bin saati bulmaz. Oysa öğretmenler haftada 15 saat maaş karşılığı çalışıyor. Bu da iki gün mesai demek. Birçok öğretmen müdürüyle anlaşıyor, zamanının çoğunu evinde geçiriyor. Bu yüzden üst düzey bürokratların çoğu öğretmenlerle evleniyor.” (Kasım 2005)
“Yaz aylarında öğretmenlerimiz üç ay boyunca tatil yapmayacaklar. Eğer saygınlık kazanacaksak, bunun da böyle olması gerektiğini onlar da kabullenmeliler.” (Eylül, 2011)
“O zaman siz gidin ücretli öğretmenlik yapın. Biz de hayvan yetiştiricisini öğretmen yapmayalım.”, “Ben öğretmen olmak isteyenleri, Eminönü’ndeki caminin önünde bekleyen güvercinlere benzetiyorum. Bekliyorlar ki biri önlerine yem atsın. Allahtan çocuklarım memur olmadılar” (Ekim, 2012)
Tayyip Erdoğan
“Bir öğretmenin en düşük olanı 1624 lira alıyor. Ne karşılığı alıyor? Haftada 15 saat karşılığı alıyor. Peki, düz bir memur ne kadar çalışıyor? 40 saat. 40 saat için bu rakamın altında alanlar da var. Öğretmen ek ders verirse, bunun üstünde alıyor. Bir de tatili var. Yılda iki ay.” (Mayıs, 2012)
Nabi Avcı:
Canına kıyan ataması yapılmayan öğretmenlerle ilgili olarak,
“Teknik tabiri nedir bilmiyorum ama bunu bile söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum, ‘gösterişçi intihar eylemi’ diye bir sendromdan bahsediliyor. Aslında niyeti olmadığı halde etrafında ilgi uyandırmak veya ilgi çekmek veya isteklerinin yerine gelmesini sağlamak amaçlı.” (Şubat 2016)
Selim Cebiroğlu (Yalova Valisi)
Termal Fen Lisesi’nde kılık ve kıyafetinden dolayı öğretmen Halil Serkan Öz’e sınıf içerisinde: “Bu saç sakal ne? Sen ne biçim öğretmensin? İnsanlar dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler”.Okul idarecilerine ise “Siz eş…başı mısınız burada? Yönetemiyorsanız istifa edin.” Serkan öğretmen, bu olaydan sonra kalp krizi geçirerek yaşamını kaybediyor. (Nisan 2015)
Cüneyit Orhan Toprak (Konya Valisi)
Konya’da 24 Kasım Öğretmenler Günü töreninde, konuşmasını yaptığı esnada öğretmen olduğunu sandığı bir yerel gazete muhabirinin bacak bacak üstüne attığını gördükten sonra: “Sen öğretmen misin birader? Öğretmensen öğretmen gibi otur.”(Kasım, 2019)
Ziya Selçuk
“Eğitimde asıl yük öğretmen maaşı ile ilgilidir. Öğretmen maaşlarından dolayı yatırıma fırsat kalmıyor” (Ağustos, 2020)
M. Faruk Saygın (Artvin, Kemalpaşa Kaymakamı)
Kemalpaşa Çok Programlı Anadolu Lisesi’nde (ÇPAL) girdiği sınıfta kendisine “hoş geldiniz” diyen ve elini uzatan öğretmene: “Haddini bil, sınıftan çık dışarıya bekle.” (Eylül, 2021)
Mahmut Özer
Okul müdürüne: “Siz ne biçim adamsınız ya? Siz ne iş yapıyorsunuz? Para istediniz de para mı vermedik?” (Ocak 2022)
Ülke ekonomisini çökerten, halkın mutfağını yarattıkları işsizlik ve pahalılık cehenneminde yangın yerine çeviren, yukarıdaki örneklerle de görüldüğü üzere öğretmenlere her türlü hakareti yapmayı kendilerinde hak gören, öğretmen maaşlarını yük gören AKP’giller’in, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun Gerekçe’sinin sahte söylemi şöyle devam ediyor: “Ekonomik, sosyal ve kültürel alanda büyümenin sürükleyicisi olan öğretmenlerimizin sorunlarını çözebildiğimiz, üstün nitelikli öğretmenlere sahip olduğumuz ve öğretmenlerimizin her türlü maddi ve manevi sıkıntıdan uzak bir şekilde görev yapmalarını temin ettiğimiz oranda milli eğitimdeki başarımızın artacağı kuşkusuzdur.”
Her zamanki gibi yalan söylüyorlar!
Meslek Kanunu’nun 3. Maddesi ile öğretmenlik mesleği şöyle tanımlanmaktadır:
“(1) Öğretmenlik, eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin amaçları ve temel ilkeleri ile öğretmenlik mesleği etik ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdür.
(2) Öğretmenlerin çalışma şartları, eğitimde kalitenin yükseltilmesi için belirlenen amaçları gerçekleştirmek üzere düzenlenir.
(3) Öğretmenlik mesleğine hazırlık; genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon/öğretmenlik meslek bilgisi ile sağlanır.
(4) Öğretmenlik mesleği; adaylık döneminden sonra öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere üç kariyer basamağına ayrılır.
Söz konusu madde, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, Madde 43 ile benzeşiyor gibi görünmesine karşın aralarında çok önemli bir farklılık vardır. 1739 sayılı kanundaki yer alış şöyledir:
“Öğretmenlik, Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleğidir. Öğretmenler bu görevlerini Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak ifa etmekle yükümlüdürler.”
Dikkatli bir göz, 1739 sayılı kanunda yer alan “Devletin” ifadesinin AKP’giller’in tanımlamasında yer almadığını görecektir. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, inşa etmeye çalıştıkları Faşist Din Devletine giden yolda, sıbyan mekteplerini, cemaat-tarikat evlerinde yapılan Ortaçağcı-gerici eğitimi meşrulaştırmaktır, öğretmenlik mesleği bakımından da yasal zemine büründürmektir. Diğer önemli bir farklılık ise tanıma eklenen “etik ilkelerine” ifadesidir. Her iki tanımda da yer alan “Türk Milli Eğitiminin amaçları ve temel ilkeleri” 1739 sayılı kanunla belirlenmiştir. Ancak “öğretmenlik mesleği etik ilkeleri”nin neler olduğuna ilişkin olarak yasal zeminde ele alınan bir düzenleme yoktur. Bu ilkeler nelerdir? Kimler tarafından nasıl belirlenecektir? Yaptırımları neler olacaktır? Bu yolla AKP’giller’in “etik ilkeleri” öğretmenlerimizin boynunda Demokles’in kılıcı gibi sallanacak mıdır?
AKP’giller, daha önce 1739 sayılı kanuna 2004 yılında ekleme yaparak getirmek istedikleri, ancak Anayasa mahkemesinin iptal ettiği, öğretmenleri böl-parçala-yönet politikalarını ifade eden “kariyer basamakları”nı bu kanun ile yeniden devreye sokuyorlar. Böylelikle YÖK’ün getirdiği kast sistemi ile üniversiteler nasıl kolektif üretim yapan bilim merkezleri olmaktan uzaklaşmış, biat kültürünün geliştiği, dolayısıyla da bilimsel niteliklerinin hızla gerilediği kurumlar haline dönüşmüşse, bilim alınıp satılan ticari bir mal, üniversiteler de öğrencilerin müşteri olduğu birer ticarethane olmuşsa, söz konusu kanun da öğretmenleri “öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen” olarak rütbelendirerek öğretmenler odasını bölmeyi, mesleki dayanışma ve işbirliğini ortadan kaldırarak rekabet ortamı yaratmayı hedeflemektedir. Kanunda yer alan kariyer basamakları, eşit işe eşit ücret ilkesini ihlal ederken, ILO ve UNESCO tarafından hazırlanmış ve altında Türkiye’nin de imzasının bulunduğu Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı’nda yer alan “öğretmen aylıklarının farklı öğretmen grupları arasında kırgınlıklar doğurma tehlikesi taşıyan her tür haksızlığı ve her tür sapkınlığı (anormalliği) önleyecek biçimde düzenlenmesi gerekliliği” vurgusuna da ters düşmekte.
Öğretmenlik, tanımda da yer aldığı gibi, bir ihtisas yani uzmanlık mesleğidir. Dolayısı ile her öğretmen zaten alanının uzmanıdır ve Yasaya göre bu, öğretmenler için zaten kazanılmış bir haktır. Bu bağlamda “Uzman Öğretmen” tanımı içi boş bir kavramdır.
Bu kanun aynı zamanda, parasız eğitime yeni bir darbe daha vuracak, okulları ticarethaneye dönüştürmenin yeni bir aracı olacaktır. Veliler çocuklarını “Başöğretmen”lere, “Uzman Öğretmen”lere yazdırmak için sıraya girecek, temizlik malzemesi alabilmek için bile bütçeleri olmayan devlet okulları, kayıt dönemlerinde “Başöğretmen”in sınıfına çocukları kaydederken fahiş kayıt paraları alma yoluna gideceklerdir. Zaten eşit ve parasız olmayan eğitim sistemindeki uçurumlar giderek büyüyecek, sadece öğretmenler değil, veliler de bölünecektir.
5. Maddede yer alan “Aday Öğretmenlik” ile ilgili olarak “Aday öğretmenlerden atanma niteliklerinden herhangi birini taşımadığı sonradan anlaşılanların adaylık süresi içinde atanma şartlarından herhangi birini kaybedenlerin, adaylık sürecinde aylıktan kesme veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alanların, aday öğretmenler için öngörülen Aday Öğretmen Yetiştirme Programı’na mazeretsiz olarak katılmayanlarla bu program sonunda Adaylık Değerlendirme Komisyonu’nca yapılan değerlendirmede başarısız olanların, görevine son verilir ve bunlar 3 yıl süreyle öğretmenlik mesleğine alınmaz” yaptırımları, aday öğretmenin sendikalı olmasının, örgütlü mücadele vermesinin önüne set çekecektir. Ayrıca, sözü edilen “Aday Öğretmen Yetiştirme Programı”nın ve “Adaylık Değerlendirme Komisyonu” nun oluşumu yönetmelikle düzenlenir diyerek, keyfi uygulamalara bırakılmaktadır. Bu komisyonların kimlerden oluşacağı, değerlendirme ölçütlerinin neler olacağına ilişkin hiçbir düzenlemeye yer verilmemesi, öğretmenin adaylığının kaldırılmasının tıpkı KPSS’de olduğu gibi AKP’giller’in komisyonunun insafına bırakılacağına, yandaş sendikanın dayatılacağına işaret etmektedir.
“Öğretmenlik Meslek Kanunu” ile öğretmenlerimize “Yeni mali, sosyal ve özlük hakları” sağlayacakları yalanını savuruyorlar bu vicdansızlar! Şu anda ülkemizde işçinin-emekçinin insanca bir yaşam sürebilmesi için yoksulluk sınırı 13 bin 72 TL iken, tüm öğretmen maaşlarına 1000-2000 TL eklense kaç yazar?
Madde 6 da belirtilen “Öğretmenlik Kariyer Basamakları”na yönelik düzenlemeler, yeni işkence basamaklarına mahkum ediyor öğretmenlerimizi. İçeriği, kimler tarafından nasıl yürütüleceği belirsiz olan 180 saatlik “Uzman Öğretmenlik Eğitim Programı” ve 240 saatlik “Başöğretmenlik Eğitim Programını” tamamlamış olan ve yine ne olduğu tanımlanmamış olan “gerekli asgari çalışmaları” yerine getirmiş olan öğretmenler yine bu kariyer basamakları için yapılacak olan yazılı sınavlara başvuru hakkını elde ediyorlar. Sınavlarda 70 başarı puanını alanlar başarılı sayılarak sertifika düzenleniyor ama iş bununla bitmiyor. Öğretmenlik kariyer basamaklarında ilerlemeye usul ve esaslar da yine yönetmelikle! düzenleniyor.
Kanunda yer alan 8. Madde de AKP’giller’in Reisinin “3600 ek gösterge müjdesi”nin balon olduğunu kanıtlıyor:
Birinci dereceli kadroda görev yapan öğretmenlerin ek göstergeleri 3600’e çıkarılıyor. Diğer derecelerde bulunan öğretmenler bakamından da bu artışa göre düzenleme yapılması öngörülüyor. Ek gösterge, ikinci derecede bulunan öğretmenler için 3000, üçüncü derecede bulunanlar için 2200 olarak belirlenirken; dördüncü derece için 1600, beşinci derece için 1300, altıncı derece için 1150, yedinci derece için 950, sekizinci derece için 850 olarak belirleniyor. Mali açıdan ele alındığında, iktidarın kanunda “kariyer basamakları” için dile getirdiği rakamlar, paramızın dolar karşısında pul olduğu bir dönemde hiçbir yaraya merhem olmuyor…
Sözün özü, “Öğretmenlik Meslek Kanunu” ucubesi öğretmenlerimizin var olan güvencelerini de ortadan kaldıran, onları AKP’giller’in eğitim köleleri haline getiren düzenlemeleri içeriyor.
Değerli öğretmenlerimiz;
Bizim Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın önderi bir tek Başöğretmenimiz var. “Öğretmenler; yeni kuşağı, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğiticileri, siz yetiştireceksiniz. Yeni kuşak, sizin eseriniz olacaktır. Eserin değeri, sizin ustalık ve özverinizin derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet, düşünce, bilgi ve beden yönünden güçlü ve yüksek seciyeli koruyucular ister. Yeni kuşağı bu nitelik ve yetenekte yetiştirmek, sizin elinizdedir. Üstün ödevimizin yerine getirilmesine yüksek çabalarla kendinizi adayacağınızdan hiç kuşkum yoktur. (…) Arkadaşlar, Yeni Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askerlik, siyaset ve yönetim alanlarındaki devrimler, sizin; sayın öğretmenler, sizin toplumda ve düşünce hayatında yapacağınız devrimlerdeki başarınızla gerçekleşecektir. Hiçbir zaman unutmayın ki, Cumhuriyet sizden, ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ kuşaklar ister.” diyerek öğretmenini yücelten, Laik Cumhuriyet’in öğretmeninin temel ödevini çok açık biçimde belirten Başöğretmenimiz Mustafa Kemal var!
Kuvvayimilliye ülküsünü hiç terk etmeyen, Laik eğitimin kurucularından, öğretmen örgütlenmesine ve öğretmenlik mesleğine büyük katkılar yapan, öğretmenlerin maaşlarının arttırılması, ev ve yakacak tazminatı verilmesi, protokollerde mülki amirlerin hemen yanında yer almalarının sağlanması gibi düzenlemelerle öğretmenlik mesleğini yüceltmek için ne yapmak gerekiyorsa yapan Cumhuriyet’in eğitim devrimcisi Mustafa Necati var.
İlgili Valilik tarafından İçişleri Bakanlığı’na “Öğretmen köylüyü kışkırtıyor!”şikâyeti iletilen dosyanın, dönemin Milli Eğitim Bakanı olarak kendisine ulaştırılmasının ardından İçişleri Bakanı’na “Valiniz, bir daha, öğretmenime böyle davranırsa, onu (valiyi) görevden almanızı rica ederim.” yazısı ile iade eden;
Öğretmen maaşlarının il bütçesinden ödenmekte olduğu yıllarda, İzmir’de uzun süreden beri maaşlarını alamayan öğretmenlerin durumu bakan olarak kendisine bildirmeleri üzerine İzmir Valisi’ne “Öğretmen maaşları 24 saat içinde ödenmelidir. Eğer ödenmezse, öğretmenlerimin hepsini, maaşlarının ödenebileceği bir ile atayacağım.”diye telgraf çekerek öğretmen maaşlarının ertesi gün ödenmesini sağlayan; Vali ile ilgili olarak İçişleri Bakanı’na “Madem maaşların bir günde ödenmesi mümkündü, niye bu kadar zaman ödenmedi?”
“Eğitime ve öğretmene saygı duymayan bu vali ile çalışamayacağım!”diyen bir Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’miz var!
“Elimden gelse bütün dünya okullarının programına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım” diyen Köy Enstitülerinin mimarı Tonguç Baba’mız var!
“Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir!” diyen bir Fakir Baykurt’umuz var!
Değerli öğretmenlerimiz;
İşte AKP’giller, öğretmenliğin bu devrimci geleneğine düşmandırlar. Onun kırıntısına dahi tahammülleri yoktur. Bu nedenle de bilinçli şekilde öğretmenlik mesleğini hiçe sayarlar ve onu yerle bir etmek isterler. Çünkü tehlikelidir onlar için bu gelenek. Bizlere düşen görev ise devraldığımız bu geleneği kararlı biçimde sürdürmektir.
İşçilerin-emekçilerin mücadele tarihinde çok temel bir ilke vardır: Hak verilmez alınır! Biz öğretmenler, eğitim-bilim emekçileri için de en onurlu yol; bu haksız sömürü ve vurgun düzenine karşı haklarımız, meslek onurumuz için; çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için; Laik, Bilimsel, Demokratik, Parasız eğitim için; Devrimci Sınıf Sendikacılığı ilkelerini mihver ederek öreceğimiz örgütlü mücadelemizi yükseltmektir.
Ama bu yetmez! Mücadeleye Birinci Kurtuluşçuların bıraktığı yerden devam etmeli, Antiemperyalist-Antifeodal-Antişoven İkinci Kurtuluş mücadelesi vermeliyiz. Ülkemizi de eğitimimizi de yerli-yabancı Parababalarının sultasından kurtarmalıyız. 14.01.2022
Halkçı Kamu Emekçileri