Bilindiği gibi Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK)’e bağlı Eğitim Sen’in 11’inci Olağan Genel Kurulu, 28-29 Kasım 2020 tarihlerinde Ankara’da yapıldı.
Eğitim Sen’in bu genel kurulunu geçtiğimiz dönemlerde yapılan genel kurullardan ayıran şey, yıllardır hiçbir ilkeye uymaksızın biçimsiz ittifaklar kurarak Eğitim Sen’i mahveden, devrimci özünden uzaklaştıran, kitlenin coşkusunu, heyecanını heba eden, bir kitle örgütü olmaktan çıkarıp Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin sıradan bir enstrümanı haline getiren gruplar arasındaki tartışmaların ayyuka çıkması, basına yansıması oldu.
Bu gruplardan kimilerinin kongreden çekilmesi, kimilerinin Amerika’yı yeniden keşfediyormuşçasına kaleme aldıkları açıklamalar-eleştiriler, üye ihraçları, yaşanan tartışmalar bir süre gündemdeki yerini korudu. Eğitim Sen’in 11’inci Olağan Genel Kurulu’ndaki yaşananlar, Halkçı Kamu Emekçileri olarak kuruluşunda en ön saflarda yer aldığımız, uzun yıllar bünyesinde mücadele yürüttüğümüz Eğitim Sen’in içine düşürüldüğü ibretlik durumu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Halkçı Kamu Emekçileri olarak bizler, KESK’teki, dolayısıyla da Eğitim Sen’deki ideolojik sapmayı yıllar önce, 2000’li yılların başlarından itibaren net bir şekilde görmüş, canhıraş bir şekilde örgütü uyarmaya çalışmış, ideolojik sapmanın eninde sonunda sendikayı çöküşe doğru götüreceğini belirtmiştik.
Fakat o dönemlerde, Eğitim Sen içerisindeki yukarıda söz ettiğimiz ilkesiz birlikteliklere imza atan, sadece koltuk hesabına dayalı pazarlıklarla (ki genellikle bunlar da son gün, hatta kongreden yalnızca saatler önce şekilleniyordu) yönetimleri ele geçiren, bundan da hiçbir rahatsızlık duymayan gruplara laf anlatamadık…
Yani o zamanlar gül gibi geçinirken, son genel kurulda “bir sana bir bana” anlaşması yaptıkları Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin bu kez “Rabbena, hep bana” ya da “Bir sana altı bana” şeklindeki teklifini kabul etmeyerek “ben oynamıyorum” diyen gruplar, gelmekte olan felakete ilişkin uyarılarımıza kulak tıkamışlardı o yıllarda. Halkçı Eğitim ve Bilim Emekçileri olarak Eğitim Sen’i adım adım felakete doğru sürükleyen bu durumun ortadan kaldırılması için temsilciliklerden şubelere, bölge temsilciliklerinden genel kurullara kadar her platformda uyarılarımızı bıkıp usanmadan yineledik.
Tüm bunların yanı sıra tam 11 yıl önce, 2010 yılında hazırladığımız “Kurtuluş Partili Kamu Emekçileri Programı” başlıklı bir broşürle genel olarak KESK’teki, özel olarak Eğitim Sen’deki bu ideolojik sapmaya karşı örgütü uyardık, eleştirilerimizi bu kez yazılı olarak mertçe, dostun da düşmanın da açıkça göreceği şekilde ortaya koyduk, bu anlamda “Tarihe not düşmüş” olduk. Son süreçte Eğitim Sen içinde yaşananlar, Tarihe düştüğümüz bu notun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Ancak ne yazık ki, o dönemlerde Eğitim Sen içerisindeki hâkim anlayışların, ki bugünkü trajedinin de asli mimarlarıdır, sendikayı bitme noktasına getirmesi sonucunu değiştirmeye gücümüz yetmedi.
İşte bu noktada, zengin bir mücadele tarihine sahip olan, nice bedeller ödemiş Türkiye Kamu Emekçileri Hareketi’nin yararına olacak doğru davranışın KESK’ten istifa etmek olduğuna kanaat getirerek mücadelemize Birleşik Kamu İş Konfederasyonu bünyesinde devam etme kararı aldık.
2013 yılından bu yana da tıpkı KESK’te olduğu gibi, Birleşik Kamu İş Konfederasyonu’nda İşçi Sınıfının ve tüm toplumsal kesimlerin biricik kurtuluş yolu olan Bilimsel Sosyalizm – Marksist-Leninist İdeolojinin sendikal ilkeleri, pratikleri çerçevesinde; doğru bulduğumuz şeyler konusunda hak teslimi yaparak, yanlış bulduğumuz şeyleri ise açıktan eleştirerek mücadelemizi sürdürüyoruz.
Şunu belirtmekte fayda var: Burada amaç Halkçı Kamu Emekçileri olarak kendimizi anlatmak değildir. Bunu zaten her fırsatta ve her platformda eylemlerimizle, basın açıklamalarımızla, tartışmalarımızla yapıyoruz. Ancak şu da bir gerçek ki, Eğitim Sen’in 11’inci Olağan Genel Kurulu’nda yaşananların kökleri işte o yıllara dayanmaktadır. Bu nedenle konunun daha iyi anlaşılması için kendi mücadele tarihimizden yukarıdaki kısa kesiti anmanın faydalı olduğunu düşündük.
Gelelim Eğitim Sen’deki “Ben oynamıyorum Kongresi”ne…
Kamuoyuna da yansıdığı gibi, 11’inci Olağan Genel Kurul’da “ben oynamıyorum” diyen ilk grup, kendilerine “Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD)” adını veren; önceleri ÖDP olarak bilinen, şimdilerde ise “Sol Parti” adını alan siyasi anlayışın temsilcileri oldu.
Bir önceki kongrede, Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin örgüt içindeki uzantısı olan “Demokratik Emek Platformu (DEP)”in, kendilerine yönetimi taktik icabı bıraktığı DSD’liler, “KAMU EMEKÇİLERİ HAREKETİNİN BİRİKİMLERİNİ VE ÜYE İRADESİNİ YOK SAYAN EĞİTİM SEN 11. GENEL KURULU’NDAN ÇEKİLİYORUZ!” başlıklı bir bildiri yayınlayarak kongreden çekildiklerini deklare ettiler.
Söz konusu bildiriden kimi ibret verici bölümleri aktaralım:
“28-29 Kasım 2020 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan Eğitim Sen 11. Olağan Genel Kurulu’na, kamu emekçileri hareketinin en önemli birikimi ve mücadele aracı olan KESK’in tarihine, değerlerine ve bütünlüğüne ciddi zarar verecek yaklaşımların yarattığı sorunlarla gidiliyor.
“(…) Yapılan görüşmelerde anlaşıldı ki, bu anlayış, Genel Kurul’da eğitim emekçilerinin ve eğitimin sorunlarını tartışmayı değil, sendika yönetimini kendi arzuladığı biçimde dizayn etmeyi amaçlamaktadır.
“Bu amaç doğrultusunda “MYK’nın nasıl ve hangi gruplardan oluşacağını”, “temsiliyetlerin hangi gruptan olacağını” dayatmayı “çoğunluk gücünün” verdiği bir hak olarak görebilmiştir. Bu tartışma sadece bir MYK dağılımı tartışması olsa, kuşkusuz ki üzerinde durulacak bir konu olmazdı. Ama bilinmesi gerekir ki tartışma konusu olan sendikanın örgütsel demokratik birikimi, mücadele anlayışı ve politikasıdır.” (https://www.gazeteduvar.com.tr/egitim-sende-kriz-devrimci-sendikal-dayaisma-genel-kuruldan-cekildi-haber-1505813)
Adında “Devrimci”, “Dayanışma” gibi kallavi ifadelerin bulunduğu bu zavallı gruba göre, Eğitim Sen’in son kongresine; “(…) KESK’in tarihine, değerlerine ve bütünlüğüne ciddi zarar verecek yaklaşımların yarattığı sorunlarla gidiliyor”muş…
Yani “KESK’in tarihine, değerlerine ve bütünlüğüne ciddi zarar verecek yaklaşımlar”, bu kongreyle birlikte ortaya çıkmış…
Peki, kongre öncesinde, örneğin koltuk pazarlıkları yürüttüğünüz süreçte yok muymuş bu yaklaşımlar?
Biz son kongrede ortaklıkları bozulana kadar DSD’nin DEP’i açıkça eleştirdiği, “KESK’in tarihine, değerlerine ve bütünlüğüne zarar veriyorsunuz,” dediği bir açıklama veya bildiriye rastlamadık. Demek ki DSD’ye göre her şey 11’inci Olağan Genel Kurul’la başlamış…
Şunlardaki zavallılığa bakar mısınız?
Amerikancı Kürt Hareketi’nin tıpkı DİSK’i, TMMOB’u, TTB’yi olduğu gibi KESK’i de yıllardır yörüngesinde tuttuğu, uydulaştırdığı, bir kara delik misali yuttuğu, kendi yan örgütü haline getirdiği gün gibi ortadayken, DSD’lilere göre “KESK’in değerleri daha yeni zarar görmeye başlamış”!..
Peki, örgüt içerisindeki tartışılmaz “ağabey” rolünü üstlenen, kimsenin de buna ses çıkarmadığı Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin etkisiyle Eğitim Sen kerte kerte tabandan koparılıp kitlesel üye kayıpları yaşarken “KESK’in değerleri ve bütünlüğü” zarar görmüyor muydu?
AB-D Emperyalistlerinin ve Siyonist İsrail’in bir projesi olarak Türkiye Halklarının başına bela ettiği AKP’nin Ortaçağcı politikalarına, örneğin “kamuda serbest kıyafet” görünümü altında okullarda türbanın serbest bırakılmasına destek verilirken zarar görmüyor muydu?
Cumhuriyet, Mustafa Kemal ve Laiklik düşmanı Şeyh Sait’in anmaları yapılırken zarar görmüyor muydu?
Yoksa zarar görüyordu da bu gerçekliği siz mi göremiyordunuz?
Bir de ne deniyor DSD bildirisinde?
“Yapılan görüşmelerde anlaşıldı ki, bu anlayış, (…) sendika yönetimini kendi arzuladığı biçimde dizayn etmeyi amaçlamaktadır.”
DSD’li efendiler, biraz dürüst olun!
Böyle üstü kapalı, sadece dar bir kesimin anlayacağı cümleler Eğitim Sen tabanı ve eğitim emekçileri açısından hiçbir şey ifade etmiyor. O yüzden ağzınızda gevelediğiniz şeylerin açıklamasını biz yapalım isterseniz. Siz şunu söylüyorsunuz aslında ama hâlâ aklınız başınıza gelmediği için, korktuğunuz için, havuç-sopa metodunun zavallı figüranları olduğunuz için açıkça dile getiremiyorsunuz:
“Her zaman yaptığımız gibi yine Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin sendika içindeki temsilcileriyle masaya oturduk, bu sefer bize istediğimizi vermediler. ‘Rabbena hep bana’ dediler, o yüzden pazarlıkta anlaşamadık.”
Gerçek bu olunca da millet “koltuk sevdasıyla kongreden çekiliyorlar,” demesin diye meseleye ideolojik kılıf bulmayı da ihmal etmedi DSD, yılların getirdiği deneyimle. Çekilme bildirilerinde şu ifadelere de yer verdiler:
“Adı ‘eğitim ve bilimle’ özdeşleşmiş bir sendikada, Merkez Yürütme Kurulu’nun 3 yıllık çalışma dönemini, ‘sınıf siyasetini’, ‘kamusallık anlayışını’, ‘laiklik mücadelesini’ ve ‘aydınlanma değerlerini’ savunmakla eleştirmenin akla ve izana sığar hiçbir yanı bulunmamaktadır.” (agy)
Yani DSD’lilere göre durum neymiş?
Bir önceki yönetimde bulunan DSD “sınıf siyaseti” yapmış, “laiklik mücadelesi” vermiş, bu yüzden de eleştirilmiş…
Siz kim, sınıf siyaseti yapmak kim…
Siz kim, Laiklik mücadelesi vermek kim…
Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’ın hazin çöküşünün ardından dümeni Miami kıyılarına kırmış, ABD Emperyalistlerinin hizmetine girmiş, başta Suriye olmak üzere bölgemizde onların “kara gücü” haline gelmiş bir hareketle oyun bozulana kadar sarmaş dolaş olacaksınız; bırakalım en ufak bir eleştiriyi, siyasi olarak kaderinizi bu harekete bağlayacaksınız, ondan sonra da “sınıf siyaseti” yapmış olacaksınız, öyle mi?
Ağzınızdan “emperyalizm” kelimesinin e’si dahi çıkmayacak, Türkiye’ye BOP’u yani Yeni Sevr’i dayatan, iktidara taşıdığı Kaçak Saray mukimi eliyle Ortaçağcı Faşist bir Din Devleti kurma peşinde olan ABD’nin kucağındaki hareketle etle tırnak gibi kaynaşacaksınız, her kongrede at pazarlıkları yapacaksınız; oyun bozulunca da “laiklik, aydınlanma değerleri” gibi ilkeleri savunduğunuzu iddia edeceksiniz, millet de buna inanacak öyle mi?
Ziya Paşa’nın ünlü terkib-i bendinde söylediği gibi; “herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın”ız siz?
Biz her eylemimizde, her sözümüzde, her yazımızda AB emperyalist bir birliktir, Devrimcilik AB’ye karşı mücadele etmektir ve AB, ABD Emperyalistleriyle birlikte insan soyunun en büyük düşmanlarıdır derken, “Emeğin Avrupası” saçmalığını KESK içerisinde dayatan, tartıştıran ve canı gönülden savunan sizler değil miydiniz?
İşte siz “Emeğin Avrupası” savunucuları, Amerikancı Burjuva Kürt Hareketiyle, “Biji Serok Obama”cılarla, emperyalistlerden medet umanlarla o yüzden yıllarca ittifak yaptınız.
Daha düne kadar “Laiklik Kemalist, milliyetçi bir söylemdir” deyip Laiklik düşmanlığı yapan sizler değil miydiniz?
Siyasi anlayışınızın gençlik örgütü, üniversitelerdeki türban yasağına karşı erkek öğrencilerin de türban taktığı “Başörtüsüne Özgürlük” eylemleriyle Ortaçağcı ideolojiye destek vermemiş miydi?
Belki unutmuş ya da unutmaya çalışıyor olabilirsiniz. O dönemleri bilmeyen genç kuşaklardan saklıyorsunuz bunları. O yüzden biz hatırlatalım:
1998 baharında İstanbul Beyazıt Meydanı’nda EMEP, Dev-Sol, DYP, Refah Partisi, BBP, MHP, DYP, hatta Hizbullah ve İBDA-C’nin katıldığı türban eylemlerine siz de katıldınız, başınıza türban geçirerek en ön saflarda yer aldınız.
Hatta bu eylemlerin birinde, CIA Sosyalizminin temsilcisi Bin kalıplı D. Perinçek ve şimdinin Kaçak Saraylısı, o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R. Tayyip Erdoğan da vardı destekçi olarak…
Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın, 27 Mayıs Politik Devrimi’nin bir devamı niteliğinde, Devrimci Gelenekli Ordu Gençliği’mizin ilerici bir hamlesi olan 28 Şubat sürecinin alaşağı ettiği Refahyol Hükümetine destek verdiniz. “Türkiye’nin en büyük partisi” diyerek Ortaçağcı Refah Partisi’nin yanında saf tuttunuz o süreçte.
Yukarıda da değindiğimiz gibi azgın bir şekilde sürdürdüğünüz Laiklik düşmanlığınız Kamu Emekçilerinin mücadelesine de yansıdı.
Eğitim Sen içerisinde “okullarda kılık kıyafet özgürlüğü” diyerek işyerlerine eşofmanlarla giden ilk kişiler sizin anlayışınızdan çıktı. Ortaçağcı AKP İktidarı ve sendika görünümündeki kuklası Eğitim-Bir-Sen’e okullara türbanla, sarıkla, cübbeyle girilebilmesi, okulların iyiden iyiye Peşaver Medreselerine dönüştürülmesi için aradıkları desteği “özgürlükçülük” kisvesi altında sizler verdiniz.
Ama gelinen son süreçte baktınız ki iş çığırından çıkıyor, üye tabanından iyice kopuyorsunuz, son birkaç yılda riyakârca bir Laiklik söylemi tutturmaya başladınız. Bunu biz de biliyoruz, siz de adınız gibi biliyorsunuz.
Oysa bakın, yukarıda konu edindiğimiz, KESK’e yönelik eleştirilerimizi içeren broşürde ne demişiz biz:
“AB-D Emperyalistleri, bu Sevrci kuşatmaları karşısında en ciddi direnç noktası olarak Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın Başkomutanı Mustafa Kemal’in Antiemperyalist, Antifeodal, Laiklik ilkelerini benimsemiş olan Devrimci Gelenekli “Seyfiye Sınıfını” (özellikle de Ordu Gençliği’ni) ve “İlmiye Sınıfını” (özellikle de yargı mensubu ve öğretim üyesi aydınları) görmektedir.”
Bunu çok daha önceleri de, içinde mücadele yürüttüğümüz KESK sendikalarının toplantı ve Genel Kurullarında, bıkmadan, usanmadan, tüm devrimci sorumluluğumuzla hep dile getiriyorduk. Ve en son tüm eleştiri ve önerilerimizi de topladığımız “Kurtuluş Partili Kamu Emekçileri Programı” kitapçığımızda bu gerçekleri Tarihin belleğine ne zaman kaydetmişiz?
Tam 11 yıl önce…
Peki, biz bunları söyleyip yazarken siz ve temsil ettiğiniz siyasi gelenek ne yapıyordu?
ABD Emperyalistleri tüm bu saldırıları “Ergenekon,” Balyoz,” “Casusluk Davaları” gibi CIA Operasyonlarıyla gerçekleştirirken; namuslu, yurtsever ve konu bakımından en önemlisi de Laik insanları “Ergenekoncu” olarak yaftalıyordunuz. Yani takıntılı bir şekilde Laiklik ve Mustafa Kemal düşmanlığı yapıyordunuz. Eğitim Sen içerisinde mücadele ettiğimiz süreçte feryat figan dile getirdiğimiz Laiklik mücadelesinin önemini duymazdan geliyor, bu konuya ilişkin hiçbir önerimize olumlu bir yaklaşım sergilemiyordunuz. Şimdi gelinen noktada birden en hızlı Laikçi kesileceksiniz, biz de buna inanacağız öyle mi?
Gülerler kedinin çamaşır yıkayışına…
Gelelim “Emek Hareketi” adlı gruba…
Bu grubun ve temsil ettiği siyasi yapının (EMEP) teorik ve pratik sefaletini, aynı zamanda İşçi Sınıfımıza karşı işlediği suçları uzun uzun anlatmaya gerek yok. KESK-Eğitim Sen içerisindeki çalışma biçimi açısından DSD’den bir farkı olmayan bu grup da eklemlendiği, bilinçlice, canı gönülden yörüngesine girdiği Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin temsilcilerinden istediği şeyi koparamamış olacak ki kongredeki “ben oynamıyorum”culardan oldu.
Tıpkı DSD’liler ve temsil ettikleri siyasi yapı gibi, varlıklarını Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’ne endeksleyen bu grup, başlangıçta kendi listeleriyle seçime girecekti. Hatta 28 Kasım tarihinde, yani kongrenin birinci gününde, DSD’nin yukarıda andığımız bildiriyle genel kuruldan çekilmesini “koltuk kaygısıyla çekiliyorlar,” diyerek kürsüden eleştirmişlerdi. EH adına aynı gün yani kongrenin ilk günü açıklama yapan bir delege şunları söylüyordu:
“İttifaklar yapılacak ve koltuklar paylaşılacaktı. Ama başkanlıkta sorunlar yaşanınca ittifak dağıldı. Bugün DSD’nin yaptığı şey aslında ‘Koltuk dağılımını ideolojik bir kılıfa’ büründürmek.” (https://www.evrensel.net/haber/419887/egitim-sen-kongresinde-koltuk-krizi-yasandi)
Allah için doğru da söylüyordu…
Ama ne hikmetse aynı EH Grubu, son anda listesini geri çekti. Listelerini geri çekmelerinin arkasındaki “hikmet”, bu grubun sözcüsünün daha sonra yaptığı açıklamalarla gün yüzüne çıktı. Sözcü şöyle söylüyordu:
“Genel kurulda her yapının gücü oranında yürütmede temsil edilmesinin önünün açılması, örgütte koltuk pazarlıklarının son bulması, kurulun gündeminin son ana kadar bu pazarlıklara kilitlenmesinin son bulması için nispi temsil seçim sistemini önerdik. Önergemiz reddedildi. Biz de kendi listemizi çıkardık. Önergemizi reddedenler 7 kişilik MYK listesini 6 adayla çıkararak bizden bir kişinin yönetimde olması hesabı yaptı. Biz bunu etik ve ilkesel görmediğimiz için listemizi geri çekme kararı aldık.” (https://www.evrensel.net/haber/419924/egitim-sen-secimlerinde-emek-hareketi-adayliktan-cekildi)
EH Sözcüsünün açıklamasındaki harcıâlem, içi boş ifadeleri bir kenara bırakırsak, asıl meselenin bu kez de EH’lilerle DEP’liler arasındaki koltuk pazarlığı olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Olayı karmaşıklaştırmaya hiç gerek yoktur. Amerikancı Kürt Hareketi’nin kontrolü ve yönetiminde olan ve sonuçta da kongreyi kazanan blok (Demokratik Emek Platformu, Sendikal Birlik, Demokratik Emek Meclisi), bu garibanlara “bir sana altı bana” demiş, bunlar da tıpkı DSD’liler gibi çareyi “ben oynamıyorum” demekte bulmuştur. Gerisi laf-ı güzaftır…
Eğitim Sen’in söz konusu genel kurulu üzerine örgüt bünyesindeki irili ufaklı birkaç grup da suya sabuna dokunmayan açıklamalar yapmıştır ancak bunlara girmeyi gerekli görmüyoruz.
Fakat Mustafa Suphi’lerin, Şefik Hüsnü’lerin, Hikmet Kıvılcımlı’ların Gerçek TKP’sinin devrimci mirasını istismar ederek var olmaya çalışan siyasi hareketin yani İkinci Sahte TKP’nin çizgisini benimseyen ve kendilerini “Türkiye Komünist Partili Öğretmenler” olarak nitelendiren grup için küçük bir parantez açmakta fayda vardır.
Kongre sonrası “Eğitim Sen Sınıf Uzlaşmacılığına Teslim Olmuştur” başlıklı bir açıklama yayınlayan grup, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“28-29 Kasım’da gerçekleşen Eğitim Sen 11. Olağan Genel Kurulu, emek, laiklik ve aydınlanma temelli kuruluş değerleri ve tarihsel mücadele birikiminden giderek uzaklaşan sendikanın sınıf uzlaşmacı bir çizgiye teslim olduğunu ilan eden bir toplantı olarak kayıtlara geçmiştir.
“(…)
“Genel Kurullar sendikaların en üst karar organlarıdır. Bu kurullarda emek-sermaye çelişkisi yerine devletli toplum-demokratik toplum çelişkisini başa yazan metinler kabul görmüşse, grupçuluk kendini sınırsızca dayatmış ve bu dayatma artık yönetim anlayışında sendikal bürokrasiye dönüşmüşse, kimlikçilik sınıfın birliğinin önüne geçmiş, laik ve bilimsel eğitim sendikal mücadelenin gündeminden çıkmışsa, Eğitim Sen eğitim emekçileri için umut olmaktan çıkmış demektir.” (https://www.tkp.org.tr/tr/aciklamalar/egitim-sen-sinif-uzlasmaciligina-teslim-olmustur)
Gördüğümüz gibi tıpkı DSD gibi bu grup da Eğitim Sen’in “Sınıf Uzlaşmacılığına Teslim” olduğunu, örgütte “emek-sermaye çelişkisi” yerine başka şeylerin öne çıktığını, “grupçuluğun kendini sınırsızca dayattığını”, “kimlikçiliğin sınıf birliğinin önüne geçtiğini”, “laik ve bilimsel eğitimin sendikal mücadelenin gündeminden çıktığını” yeni fark etmiş gözüküyor. Ne kadar fark ettiler, orası tartışmaya açık tabiî…
Ancak tartışmaya açık olmayan gerçek şudur: Doğal olarak temsil ettiği siyasi yapının tüm özelliklerini taşıyan bu grup, her zaman olduğu gibi korkaklığından, teorik ve pratik tutarsızlığından dolayı meseleyi net bir şekilde ortaya koymamakta, koyamamaktadır. Açıklamalarında kullandıkları ifadelerin anlamı şairin karnında gizlidir. Şu soruların cevapları yoktur örneğin:
“(…) emek-sermaye çelişkisi yerine devletli toplum-demokratik toplum çelişkisini başa yazan metinler” kimlerin metinleridir?
Söz ettiğiniz “dar grupçuluk” kavramını dayatanlar kimlerdir?
Açıklamanızda değindiğiniz “kimlikçiliği sınıf birliğinin” önüne koyan kimlerdir?
“Kimlikçilik” diyerek neyi kastediyorsunuz? Ya da neyi söyleyemiyorsunuz?
Açıktan, yekten “Milliyetçilik” diyemiyorsunuz korkunuzdan, “kimlikçilik” diye bir kavram uyduruyorsunuz…
“(…) laik ve bilimsel eğitimin sendikal mücadelenin gündeminden” çıkarılmasının nedeni nedir, faili kimlerdir?
Tüm bu olaylar kendi kendine mi ortaya çıkmıştır?
Neden Eğitim Sen’in tabutuna son çivileri çakan, eleştirmeye kalkıştığınız grupların, o grupların temsil ettiği siyasi yapıların adını netçe, mertçe ortaya koymuyorsunuz?
Madem kendinize “komünist” nitelemesini yakıştırıyorsunuz, komünistler her durumda düşüncelerini açık ve net bir dille ifade etmekten imtina eder mi? Gerçek Komünistler böyle bir şeye tenezzül eder mi?
Etmez tabiî ki…
Peki, siz niye lafı dolandırıyorsunuz, sürekli öznesiz cümleler kuruyorsunuz?
Neden tüm bunların sorumlusunun Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi olduğunu, diğer “sol” grupların da bu harekete koşulsuz biçimde boyun eğdiğini söyleyemiyorsunuz?
Çünkü Gerçek Komünist değilsiniz siz.
Çünkü korkuyorsunuz…
Siyasi olarak Amerikancı Kürt Hareketi’yle ne tam ayrışabiliyorsunuz, ne de yukarıda adını andığımız ve “Sevrci Soytarı Sahte Sol” olarak nitelendirdiğimiz anlayışlar gibi kaynaşabiliyorsunuz. Dolayısıyla sizin durumunuz, daha doğrusu trajediniz; Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın veciz deyişiyle “iki cami arasında bînamaz” olmanızdır…
Bu kafayla biraz zor ama umarız en kısa sürede hangi “cami”yi tercih edeceğinize karar verirsiniz…
İşte Eğitim Sen’in 11’inci Genel Kurulu sürecinde yaşananların ve örgütün getirildiği içler acısı durumun sorumluları; başta Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin sendika içindeki uzantısı olan grup olmak üzere, yukarıda andığımız irili ufaklı gruplardır.
Burada bir yanlış anlaşılmadan kaçınmak için şu gerçekliğin altını çizelim: Sendikal örgütler içinde siyasi yapıların temsil edilmesinde elbette bir yanlışlık yoktur. Hatta bu durum, sendikaların işlevlerini tam olarak yerine getirebilmeleri için zaruridir. Lenin bu gerçekliği şu şekilde ifade etmektedir:
“Sendikal örgütler sadece iktisadi mücadelenin gelişmesi ve pekişmesi için son derece yararlı olmakla kalmazlar, aynı zamanda siyasal ajitasyonun ve devrimci örgütlenmenin çok önemli bir yardımcısı olabilirler.” (V. Lenin, Ne Yapmalı?, s. 145)
Nitekim bizlerin de, teorisiyle pratiğiyle Türkiye’deki İşçi Sınıfının ve tüm halk kesimlerinin gerçek temsilcisi, Partisi olan, bu gerçeği her geçen gün tekrar tekrar kanıtlayan, gün geçtikçe güçlenen, kitleselleşen Halkın Kurtuluş Partisi’ni benimseyen kamu emekçileri olduğumuzu dünya âlem bilmektedir.
Buradaki sorun, yukarıda andığımız grupların temsil ettiği siyasi anlayışların Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’ne kulca eklemlenmiş olmalarıdır. Bakmayın siz sendika kongrelerinde birbirleri aleyhine sade suya tirit açıklamalar yapmalarına. Aslında bu grupların temsil ettikleri siyasi yapılar hiçbir zaman PKK’yi, HDP’yi ya da farklı türevlerini açık, net bir şekilde eleştirme cesareti gösterememiştir. Çünkü bu anlayışların hiçbirinin İşçi Sınıfımızla, emekçi kitlelerle en ufak bir bağı yoktur. İşçiler ve Emekçiler içinde çalışma yürütmeyen grupların, partilerin de siyasi olarak yaşama şansı yoktur. O yüzden bu küçükburjuva anlayışlar kendi varlıklarını, kendi istikballerini ancak ve ancak sayısal bir güç olan Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’ne yamanmakta, onlara tapmakta görmektedirler.
Durum böyle olunca da, HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un çok net biçimde ifade ettiği gibi;
“Bu Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi, DİSK ve diğer Meslek Örgütlerini de ele geçirip yörüngesine çekerek içini boşaltmış, Meslek Örgütü olmaktan çıkarmıştır. Böylece de işlevsiz kılmıştır onları. Tabiî kitle bağlarını da koparmıştır…
“DİSK, KESK, TTB, TMMOB artık birer halk örgütü değil, PKK-HDP’nin yörüngesinde, doğrudan ya da dolaylı onun çizgisini izleyip sözcülüğünü, savunuculuğunu yapan örgütlere dönüşmüş durumdadırlar… (https://www.hkp.org.tr/amerikaya-petrol-bekciligi-etmeyi-en-buyuk-ibadet-bellemisler-zikir-ceker-gibi-biji-serok-obama-cekiyorlar/)
Tüm bu değerlendirmelerin ardından akla şöyle bir soru gelebilir:
Halkçı Kamu Emekçileri olarak üyesi olmadığımız, bir bileşeni olmadığımız Eğitim Sen’in kongresini değerlendirmek bize düşer mi?
Düşer, hem de bal gibi düşer…
KESK’i, Eğitim Sen’i bu hale getirenler sadece kendi üyelerine değil, tüm kamu çalışanlarına ihanet etmekte, onlara karşı suç işlemektedirler. Devrimci ideolojiden, Marksizm-Leninizmden; Antiemperyalizm, Antifeodalizm ve Antişovenizm ilkelerinden kopan bu grupların ilkesizlikleri yüzünden bölünmüştür Türkiye’nin en büyük muhalif kamu emekçileri konfederasyonu. Kamu Emekçileri Mücadelesinin devasa potansiyelini işte bu anlayışlar büyük oranda heba etmiş, üyelerine istifadan başka çıkar yol bırakmamışlardır. Örgütlü pek çok kamu emekçisinin sendikal mücadeleden çekilmesine-örgütsüz kalmasına neden olmuşlardır.
Tıpkı DİSK, TMMOB ve TTB’de olduğu gibi Laik, Mustafa Kemalci, ilerici unsurları KESK’ten de tasfiye etmek için ellerinden geleni yapmıştır bu anlayışlar. O bakımdan KESK ve Eğitim Sen’deki içler acısı durumu bir kez daha ortaya koymak, Kamu Emekçilerinin Mücadelesi bir bütün olarak düşünüldüğünde bizler için sadece bir tercih değil, aynı zamanda yerine getirilmesi gereken bir görevdir.
Akıllara gelebilecek bir başka soru ise Kasım ayında yapılan bir genel kurulu neden şimdi değerlendirdiğimizdir. Halkçı Kamu Emekçileri olarak acele etmemeyi, gelişmeleri takip etmeyi, suların durulmasını, olayların olgunlaşmasını beklemeyi daha doğru doğru bulduk. Çünkü biz sadece ve sadece olaylara bakarız; çünkü olaylar devrimcidir…
Sonuç olarak, Kamu Emekçileri Mücadelesini kısır bir döngüye hapseden sorunların çözümleri bellidir. Halkçı Kamu Emekçileri, yukarıda da değinildiği gibi yıllar önce, KESK içerisinde mücadele ettiği süreçte çözümü açık ve net bir şekilde, hem de yazılı olarak ortaya koymuştur. Bu çözüm sadece KESK ya da Eğitim Sen için, sadece Birleşik Kamu İş ve Eğitim-İş için geçerli değildir. Bu çözüm, tüm kamu emekçilerinin örgütlenmesinin önündeki engellerin nasıl aşılabileceğini somut, elle tutulur biçimde gösteren tarihi bir belgedir.
Ancak zaten yeterince uzamış olan bu yazıda söz konusu çözümü yani Halkçı Kamu Emekçileri Programı’nı bütünüyle aktarmak yazıyı iyice uzatacaktır. O bakımdan dileyen arkadaşlar söz konusu tarihi belgeyi aşağıdaki linke tıklayarak okuyabilirler:
Halkçı Kamu Emekçileri olarak mücadelemiz, tüm kamu emekçilerinin ortak mücadelesini örgütlemeye yönelik olarak, Antiemperyalizm, Antifeodalizm ve Antişovenizm ilkeleri çerçevesinde aralıksız sürecektir. Zafer eninde sonunda direnen, örgütlü bir şekilde mücadele eden emekçilerin olacaktır. (08 Şubat 2021)
Halkçı Kamu Emekçileri