Kutlayacak bir gün göremiyoruz ne yazık ki… Öğretmenlerin haklarının kerte kerte kırpılarak yok edildiği 18 yıllık Akp İktidarı boyunca, eğitim emekçileri zaten bir çok sorunla boğuşurken, suçlu bulundu: Pandemi.
Geçtiğimiz yıl 13 Mart itibariyle son kez gittik okullarımıza, son kez yüz yüze görüştük öğrencilerimizle. Vaka ve ölüm sayıları arttıkça kısa vadede okula, öğrencilerimize dönme umutlarımız da azalıyordu. Ancak eğitim öğretim süreci devam etmeliydi elbette. Öğretmenler de kaygılanıyordu süreçle ilgili, ama öğrencilerinin bu yeni durum karşısında bozulan ruhsal yapıları ve çocukların eğitim hayatından ne kadar süreceği belli olmayan bir zaman diliminde uzak kalabileceği fikri, salgından çok kaygılandırıyordu öğretmenleri.
2020-2021 Eğitim Öğretim yılı geldi çattı. Vaka sayıları hızla artarken öncelikli olarak anasınıfı ve 1. Sınıfların yüz yüze eğitime başlamasına karar verildi. Diğer sınıflar internet ortamı üzerinden canlı derslerle süreci yürütecekti. AKP’nin Eğitim Bakanı Ziya Selçuk uzaktan eğitimde dünya ikincisi olduğumuzu, alt yapının tamamlandığını, A, B, C, D vs. planlarının hazır olduğunu söyleyip durdu. Peki, gerçekte durum neydi? Durum bunun tam tersiydi. Daha ilk gün EBA çöktü, öğretmenler de öğrenciler de saatlerce sisteme bağlanamadı. Takip eden günlerde de çoğunlukla durum değişmedi. Herkesin sinir yapısını alt üst eden bu olayı Ziya Selçuk bir talep fırlaması olarak değerlendirip “olumluluktur” dedi. Hepimizle alay etti alenen. Milyonlarca öğrencinin internet ortamından derse katılımını sağlayacak cihazı yoktu, olsa da birden fazla öğrencinin olduğu aileler vardı. İnternet alt yapısı hazır değildi zira şebekenin bile ulaşmadığı köyler hatta mahalleler vardı. Milyonlarca öğrencinin evinde sınırsız internet de yoktu. Emekçi yoksul halkımız, her geçen gün pahalılaşan düzende hayatta kalma mücadelesi verirken, uzaktan eğitimin gereksinimlerini karşılayamaz hale geldi. Örneğin en düşük model bilgisayar bile 3000 liradan başlıyordu. Ayrıca okullar da hazır değildi. Temizlik görevlileri okul açıldığında henüz yoktu, gerekli hijyen malzemeleri de…
Uzun lafın kısası milyonlarca öğrencinin bu süreçten faydalanamadığı günleri yaşıyoruz öğretmenler olarak. İmkânları olanlar katılıyor, olmayanlar… Kahredici bir durum… Oysa olması gereken, devletin her öğrenciye ve öğretmene uzaktan eğitim için gerekli olan ne varsa temin etmesidir. Milyonlarca öğrenci ne yazık ki gözden çıkarıldı, Parababalarının sömürü düzenine bir kez daha kurban edildi.
Gelelim öğretmenlere… Hepimizin bildiği gibi Akpgiller İktidarının özel okullar sahibi Milli Eğitim Bakanı sene başında yaptığı konuşmasında, eğitimde asıl yükün öğretmen maaşı olduğunu söyledi. Ve o günden sonra atılan her adım öğretmenin aldığı ücretin azaltılmasına yöneldi. Kırk takla attılar ek dersleri kesmek için. Neredeyse her yazı bunun içindi. Öğretmenler “kendi aralarında” tepki gösterdiler; sendikalar bakanlığa “yazılar” yazdılar. Bakanın da çok umrundaydı zaten… Bakanlık, her gün yeni bir yazı ile bir önceki ile çelişen talimatlar göndererek öğretmenlerimizle ve öğrencilerimizle pinpon topuyla oynar gibi oynadı: : canlı ders 6 saate kadar yapılabilir, yoook “pedagojik ilkeler” gereği (her adımları pedagojiye göredir çünkü!) günlük 4 saati geçmesin, vazgeçtik bu sınırlamayı kaldırıyoruz. Her seferinde öğretmen programını değiştirdi. Saatlerce canlı ders ataması yaptı, saatlerce her bir ders için ön hazırlık yaptı. Saatlerce canlı ders yaptı. Ödevler verdi, ödev takiplerini yaptı. Sorunlar üst üste binmişti, fakat ekran karşısında her birini bir kenara itip en güler yüzlü haliyle hazır bulunmalıydı öğretmen. Uzaktan eğitime “katılabilen” çocukların heyecanı, sevinci bunu gerektiriyordu.
Bir de işin başka bir boyutu daha vardı. Öğretmenlerin de evlerinde bir hayatları, çocukları, pişirmesi gereken aşları vardı. Yüreklerimizi dağlayan olaylar yaşadık. Konya’da öğretmen arkadaşlarımızın küçücük bebekleri balkondan düşerek hayatını kaybetti annesi babası canlı dersteyken. Yine Kahramanmaraş’ta canlı ders yapabilmek için internetin olduğu bir tepeye çıkan Aziz Serin öğretmenimiz kalp krizi geçirerek can verdi. Akhisar’ da evi uygun olmadığı için canlı dersi okulda yapan Gamze öğretmenimiz de okul çıkışı trafik kazası geçirerek ayrıldı aramızdan. Nefes almak zorlaştı, yüreğimiz sıkıştı bunca acı içinde.
Eğitim emekçileri her gün saldırılara maruz kalıyor. Kuklayla oynanır gibi oynanıyor meslek onuruyla öğretmenin. Peki Fakir Baykurt’un o veciz sözünde söylediği “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.” sözleri nerede kaldı? Ya da bir zamanlar böyleydi öğretmen de şimdi neden değil?
Çünkü o zaman devrimci öğretmen Fakir Baykurt’un başında bulunduğu TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) vardı. Öğretmenler örgütlüydü, bilinçliydi, “kapı kulu” olmayı asla kabul etmiyorlardı. Haklarını korumak bir yana, yeni haklar kazanıyorlardı. Şimdilerde gözlerini diktikleri ek ders hakkı bunların başında gelir. En önemlisi CESARET vardı. Şimdi çok afili “yazılar” yazıyor sendikalar. Eylem? Boykot? Yaa dur Allasen deme öyle şeyler… İşte böyle böyle öğretmen hak aramaktan vazgeçti, boyun eğdi, kapıkulu oldu, meslek onuru, itibarı beş paralık edildi.
Ama böyle gitmez, gitmeyecek. Çünkü insan denilen varlık sürgit sessiz kalamaz. Kalırsa Hz. Ali’nin dediği gibi hakkıyla beraber şerefini de kaybeder. Halkçı Kamu Emekçileri olarak bizlerin omzuna yüklendiyse bu tarihi görev, baş göz üstüne… Cesaretle, inançla, kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz. Ortaçağ karanlığının tek bir zerresinin kalmadığı demokratik, laik ve bilimsel, hiçbir çocuğumuzun eğitimden uzak kalmadığı parasız bir eğitim için verilecek mücadele kutlanır ancak bu 5 Ekim’de. (05.10.2020)
Halkçı Kamu Emekçileri