Bilimsel Sosyalizmin Friedrich Engels’le birlikte ölümsüz iki kurucusundan biri olan Karl Marks, “Ücretli Emek ve Sermaye” ismiyle yayımlanan eserini, Ekonomi Politik üzerine yaptığı eleştiri çalışmalarını tam olarak sonuçlandıramadığı bir dönemde, 1849 yılında kaleme almıştı. Marks Usta’nın bu konuya ilişkin görüşlerini 1859 yılında yayımlanan “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” isimli anıt çalışmasında olgunlaştırdığı bilinmektedir. Ne var ki yoğun teorik ve pratik çalışmalarından dolayı “Ücretli Emek ve Sermaye” başlıklı çalışmasını tekrar gözden geçirme fırsatı bulamadı.
Söz konusu eseri Marks Usta’nın bedence aramızdan ayrılışının ardından 1891 yılında tekrar baskıya hazırlayan Friedrich Engels, eser üzerinde yaptığı küçük ama zaruri değişiklikleri gerekçelendirirken şunları dile getirir:
“Marks, elbette, 1849 tarihli eski metnini yeni bakış açısıyla uyumlu kılmak isteyecekti. Ve bu baskı için bütün temel noktalarda bu amaca ulaşmak üzere gerekli bazı değişiklikleri ve eklemeleri yapmakla onun düşünüşüne uygun bir işi yerine getirdiğime eminim. Bu nedenle, okura şimdiden söylüyorum: Bu, Marks’ın 1849’da yazdığı değil, ama 1891’de, yaklaşık olarak yazmış olacağı kitapçıktır.” (Ücretli Emek ve Sermaye, Friedrich Engels’in Önsözü, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, İkinci Baskı, s. 9)
Peki nedir, Engels Usta’nın yaptığı? “bazı gerekli değişiklikler”in özü?
Marks 1849’da yazdığı eserinde işçinin kapitaliste belli bir ücret karşılığında “Emeğini” sattığından söz eder. Engels ise, kendi ifadesiyle Marks’ın; “1891’de yaklaşık olarak yazmış olacağı”, ancak ömrünün vefa etmediği kitapçıkta işçinin “Emeğini satması” olgusunu “Emek gücünü satması” olarak değiştirmiştir. Ve bu değişikliğin nedenini açıklarken, Bilimsel Sosyalizmin, Marksist Ekonomi Politiğin terimlerinin ne kadar önemli olduğunu şöyle ifade etmektedir:
“Buradaki sorunun basit bir söz hilesi olmadığını, ama tersine, tüm politik ekonominin en önemli noktalarından biri olduğunu görebilsinler diye, bu açıklamayı işçiler için yapmam gerekiyor.” (age)
Aynı noktayı, günümüzde “Ücretli Emek ve Sermaye” olarak bilinen eseri “Gündelikçi İş İle Sermaye” ismiyle dilimizdeki en doğru kavramlarla çeviren Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı da şu şekilde ifade eder:
1847 yılında Karl Marks, Brüksel Alman İşçiler Birliğinde bir sıra konferanslar vermişti. Bu konferanslar 1849’dan beriye Neue Rheinische Zeitung’da (Yeni Ren Gazetesi) yayınlandı: Broşürümüz o idi. Ama orada kalmadı, Engels’e göre Marks, Siyasal ekonominin eleştirisine son noktasını 1859’da koydu. Demek bundan 12 yıl önce eksik-artık bulunacaktı. 1891 Nisanı sonunda Engels bu eksik-artığı onardı ve; ‘İşte, dedi size, broşür, ama hiç de Marks 1849’da onu nasıl kaleme aldıysa öyle değil, belki aşağı yukarı 1891’de nasıl yazacaksa öyle’. Engels’in yaptığı ‘değişiklik ve katkılar’ bir noktada bağlanır: İşgücü (İnsanın elinde, sinirinde bulunan güç, enerji) ile İş (yani bu gücün kullanılışı) arasındaki ayrılığı pekiştirmek ve besbellileştirmek.
“Bu ayrım ilk bakışta göründüğünden pek daha önemlidir (zorunludur): İşçi kapitaliste, ‘işi’ni değil, ‘işgücü’nü satar: çünkü bu gücü kendisi kullanamaz; iş araçları yoktur.
“Görülüyor ki İş ile İşgücü arasındaki ayrım göz önünde tutulmadıkça, Marksizmin en temel tezleri anlaşılmaz kalır.” (Hikmet Kıvılcımlı’nın “Gündelikçi İş İle Sermaye” adlı çevirisinden, s. 10-11)
Gördüğümüz gibi Engels, düşünceleri ve pratiğiyle İnsanlık Tarihini bir daha geri dönülemeyecek şekilde değiştiren bir dâhinin, Marks’ın yapıtında bile bu tür değişiklikleri yapmayı zorunlu görüyor.
Neden?
Yukarıda ifade edildiği biçimiyle “Emek” ile “Emek gücü” arasındaki ayrım, Kıvılcımlı Usta’nın Türkçeye daha doğru biçimde çevirdiği şekliyle “İş” ile “İşgücü” arasındaki ayrım; Ekonomi Politiğin en önemli noktalarından biri olduğu için. Oysa yüzeysel bakıldığında “Emek” ile “Emek gücü” arasında ya da İş ile İşgücü arasında tek kelimelik bir fark vardır. Ancak o tek kelimelik fark, Engels tarafından “politik ekonominin en önemli noktalarından biri” olarak değerlendirilmektedir.
Buradan çıkaracağımız sonuç; maddi dünyanın zihnimize yansımasıyla oluşan düşüncelerimizi dile getirirken kullandığımız araç işlevi gören dilin, dillere ait terimlerin, kavramların elden geldiğince doğru kullanılması gerektiğidir.
İnsanlar bireysel yaşantılarında kendilerini, edindikleri ya da sonradan öğrendikleri dile ait kavramlarla ifade ederler. Toplumsal iletişimin kaçınılmaz aracıdır dil. Bir toplumun ortak dili, en genel düzeyde, insanlar arasındaki iletişim köprüsüdür. O köprü yoluyla birilerine sevgimizi veya kızgınlığımızı ifade edebiliriz, isteklerimizi belirtebiliriz, geçmişte yaşanmış olayları anlatabilir ya da geleceğe ilişkin tasarımlarımızı ifade edebiliriz. Bu bakımdan kişinin düşüncelerini tam anlamıyla, doğru kavramlarla ifade etmesi, hem kişi açısından hem toplum açısından hem de maddi gerçeğe sadakat açısından çok önemli bir gerekliliktir.
Bu gereklilik kendisini “örgüt” hatta “sınıf örgütü” diye tanımlayan yapılar için de fazlasıyla geçerlidir. Bu örgütlerin de maddi gerçeği en iyi şekilde yansıtacak kavramları yerli yerinde ve doğru biçimde kullanmaları gerekir. Çünkü bu kavramlarla kitleler üzerinde etkili olmaya, onları belli bir yöne kanalize etmeye çalışırlar ya da en azından çalışmaları gerekir.
Ancak ne yazık ki Türkiye’de kitleler üzerinde etkili olma iddiasındaki kimi örgütler; bırakalım kitlelere öncülük etmeyi, Sınıf Biliminin, Bilimsel Sosyalizmin en temel kavramlarından bile bihaberdirler. Bu duruma verilebilecek çok örnek vardır. Biz burada sadece “Emek” kavramına nasıl şaşı bakıldığını, bu durumun bu örgütleri ne kadar trajikomik bir duruma düşürdüğünü anlatmakla yetinelim.
Emek nedir, ne değildir?
Konumuz “Emek”…
Emek meselesini elbette her konuyu olduğu gibi Sınıf Bilimi çerçevesinde, Bilimsel Sosyalizm çerçevesinde ele almamız gerekir. Ancak şimdilik sadece basit tanımından, sözlük tanımından yola çıkalım.
Türk Dil Kurumu “Emek” kavramını Toplum Bilimi çerçevesinde; “İnsanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği hem doğal ve toplumsal çerçevesini hem de kendisini değiştiren çalışma süreci” olarak tanımlar.
Demek ki Emek, insanlar tarafından “bilinçli olarak, belli bir amaca ulaşmak için” sarf edilen çalışma süreciymiş. Ve bu sürecin sonunda insan “hem doğal ve toplumsal çevresini hem de kendisini değiştir”irmiş.
Peki, en genel çerçevede nedir insanın bilinçli olarak ulaşmak istediği amaç ya da amaçlar? Ya da insanın yaşam savaşının en önemli amaçları nelerdir?
İki şeydir: Üretim ve Üreyim.
Yani en basit anlatımıyla insanın karnını doyurabilmesi, diğer temel ihtiyaçlarını giderebilmesi, kısacası hayatta kalabilmesi için üretim sürecinin içinde yer alması gerekir. Bununla birlikte türün gereği olarak neslini devam ettirebilmek için de üremesi, çoğalması gerekir.
İşte Emek kavramının niteliği de insanın hayatta kalması için zaruri olarak içinde yer alması gereken Üretim sürecinin biçimiyle doğrudan bağlantılıdır. Sınıfsız Toplumda sarf edilen insan emeğiyle Sınıflı Toplumda, onun bir aşaması olan ve Geniş Yeniden Üretimin egemen olduğu Kapitalist Toplumlarda sarf edilen insan emeği nitelikçe bambaşka şeylerdir.
Dikkat edersek Marks, girişte sözünü ettiğimiz çalışmasına “Emek ve Sermaye” dememiş, “Ücretli Emek ve Sermaye” adını vermiştir. Çünkü Emek ile Ücretli Emek farklı şeylerdir. Bakın bu konuda Marks ne diyor:
“(…) Emek her zaman ücretli emek, yani özgür emek olmamıştır. [Köleci Toplumda] Köle, emek gücünü [Kıvılcımlı Usta’nın daha doğru çevirisiyle İşgücünü] köle sahibine satmıyordu, öküzün hizmetini köylüye satmaması gibi. Köle, sahibine, emek gücüyle birlikte bir kez ve tümden satılır. O, bir efendinin elinden ötekine geçebilen bir metadır. Kölenin kendisi bir metadır, ama emek gücü kendi metası değildir. [Feodal Toplumda] Serf, emek gücünün yalnızca bir bölümünü satar. Toprak sahibinden bir ücret almaz; daha doğrusu, toprak sahibi ondan haraç alır.
“Serf, toprağa aittir ve ondan elde ettiği ürünleri toprağın sahibine teslim eder. Öte yandan, [Kapitalist Toplumda] özgür emekçi kendisini satar, ve öyle ki, kendisini parça parça satar. Yaşamının sekiz, on, oniki, onbeş saatini her gün açık artırmada en yüksek teklifi verene, hammaddelerin, iş aletlerinin ve geçim araçlarının sahibine, yani kapitaliste satar.” (age, s. 27-28)
İlkel Komünal Toplum sonrası ilk Sınıflı Toplum biçimi olan Köleci Toplumla birlikte insanlar kendi Emekleri üzerindeki denetimlerini kaybetmişlerdir. Daha önceleri harcanan İnsan Emeği doğrudan harcayan kişi aracılığıyla toplumun tekelinde ve denetimindeyken; Köleci Toplumda Efendi tarafından, Feodal Toplumda Toprak Sahibi tarafından, Kapitalist Toplumda ise İşveren tarafından gasp edilir.
Ancak Kapitalizmdeki Emek gaspı, diğer Sınıflı Toplum biçimlerinde görülen Emek gaspından nitelik olarak farklıdır. Meta üretimine dayalı olan Kapitalizmdeki Emeğin kendisi de artık bir metaya dönüşmüştür. İlkel Komünal Toplumda insanlar kendi Emeklerini gönüllü bir şekilde, iradî olarak yaşantılarının bir parçası haline getirirler. Bu nedenle de etkinliğinin, yani Emeğinin ürünü aynı zamanda kişinin, dolayısıyla da kişiden ayrısı gayrısı olmayan toplumun amacıdır.
Örneğin İlkel Komünal Toplumda kişi su testisi yapmak için Emek harcamışsa, bu etkinlik sonunda amacına, yani su testisine ulaşır. Emek harcayarak yaptığı su testisini kendisi de kullanabilir, başka birinin Emeğiyle yetiştirilmiş olan, örneğin bir tavukla da değişebilir. Ancak her durumda kendi Emeğinin ürününün kaderini ve denetimini elinde tutar.
Ne var ki Kapitalizmde Emek, kişinin gönüllüce yaşantısının bir parçası haline getirdiği bir etkinlik değildir; yaşamını devam ettirmek için göstermek zorunda olduğu bir özveridir. Devamını Marks’tan izleyelim:
“Ama emek gücünün [İşgücünün] ortaya konması, emek, işçinin kendi yaşam-etkinliği, onun kendi yaşamının bildirimidir. Ve, işçinin, gerekli geçim araçlarını elde etmek için bir başkasına sattığı bu yaşam-etkinliğidir. Bu yüzden, onun yaşam-etkinliği kendisi için bir var olabilme aracından başka bir şey değildir. O, yaşamak için çalışır. Onun gözünde, emeği, yaşamının bir parçası değil, daha çok, yaşamının bir özverisidir. Bir başkasına devrettiği bir metadır. Bundan dolayı da, etkinliğinin ürünü, onun etkinliğinin amacı değildir. Kendisi için ürettiği şey, dokuduğu ipek değildir, madenden çıkardığı altın değildir, yaptığı saray değildir. Kendisi için ürettiği şey, ücrettir, ve ipek, altın, saray onun gözünde belirli bir miktar geçim aracına, belki pamuklu bir cekete, bir miktar bakır paraya, bodrum katında kiralık bir odaya dönüşür.” (age, s. 26-27)
Gördüğümüz gibi Ücretli Emek ya da Kıvılcımlı Usta’nın deyimiyle “Gündelikçi İş”, işçinin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için kapitaliste belli bir ücret karşılığında feda ettiği bir yaşam etkinliğidir. Bu etkinliğin sonucu olarak da “Değer” ortaya çıkar. İşte klasik olarak Kapitalizmin sömürü mekanizması, İşçi Sınıfının yani Proletaryanın yarattığı tüm Değerlere, İşveren Sınıfı yani Burjuvazinin el koymasına, Artıdeğer sömürüsüne dayalıdır. Kıvılcımlı Usta’nın çevirisinden görelim:
“(…) Kapitalist satın aldığı işgücünü kullanır. ‘İş’, kendisini doğuran ‘işgücü’nün değerinden artık bir değer yaratır: Artık değer budur. İşgücü kullanılmaya başladığı zaman işçinin değil, kapitalistin malı (ona satılmış olduğundan), bu gücün yarattığı bütün ‘İş’ yani artık değerle birlikte bütün ‘değer’, kapitalistin eline geçer; karşılığı ödenmeyen Artık-değer bedavadan kapitalistin cebine girmiş olur: İşçinin sömürülmesi, ‘karşılığı ödenmemiş işçi hakkının çalınması’ denilen şey de budur, ilh.” (age, s. 11)
Marks ise aynı gerçekliği şu şekilde ifade eder:
“Ve günümüz toplumunun tüm ekonomik yapısı budur: Bütün değerleri üreten yalnız bu işçi sınıfıdır. Çünkü değer, emeğin bir başka anlatımından başka bir şey değildir, ve bu deyimle, günümüz kapitalist toplumunda belirli bir metada içerilmiş toplumsal bakımdan gerekli emek miktarı belirtilmektedir.” (Karl Marks, Ücretli Emek ve Sermaye, s. 18)
Gördüğümüz gibi Devrim Ustalarına göre Değer, Emeğin bir başka anlatımından başka bir şey değildir. Engels de Emek ve Değerin özdeşliğini şu şekilde ifade etmektedir:
“(…) emek bütün değerlerin üreticisidir. Var olan doğal ürünlere iktisadi anlamda bir değeri ancak emek verir. Değerin kendisi, bir şey içinde nesneleşmiş [kristalize olmuş] toplumsal bakımdan gerekli insan emeğinin ifadesinden başka bir şey değildir.” (F. Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, s. 292)
Bir kez daha vurgulamaktan kaçınmayalım: Marksist Ekonomi Politiğe göre Emek, Değerdir. Çevremizdeki metaların tamamı Emeğin ürüne dönüşmüş, kristalize olmuş biçimlerinden başka şeyler değildir. Su içtiğimiz bardak, yemek yerken kullandığımız tabak, seyahat ettiğimiz araçlar, yazı yazmakta kullandığımız kâğıt kalem; kısacası yaşamsal etkinliklerimizde kullandığımız ne varsa, içinde belirli miktarda Emeğin, İşçi Sınıfının Emeğinin kristalize olduğu metalardır.
“Emek en yüce Değer” midir, “Emek Dostları” kimlerdir,
“Emek Örgütleri” hangileridir?
İşte yukarıda ana hatlarıyla, Bilimsel Sosyalizm çerçevesinde anlattığımız Emek kavramı ne yazık ki bizim dışımızdaki Türkiye Sol Ortamı tarafından ya hiç anlaşılmamış ya da yanlış anlaşılmıştır. Bu kavrayışsızlık sadece bugüne özgü bir durum değildir. Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı da bedence aramızda olduğu yıllarda, Türkiye Devrimi’ne teorik ve pratik önderlik yaptığı yıllarda, Emek kavramına yönelik şaşı bakışı ifşa eder, eleştirir ve meseleye doğru bakışı netçe ortaya koyar.
Örneğin zamanın ABA Oportünistleri (Aybar, Boran, Aren) önderliğindeki TİP’in Programı’nda şunlar yazılıdır:
“Özellikle geri kalmış toplumlarda ekonomik ve sosyal ilerlemenin, bağımsızlık içinde kalkınmanın en büyük dayanağı emektir.”
Kıvılcımlı Usta, TİP Programı’ndaki Emek meselesine yönelik bu şaşı bakışı teşhir eder ve meselenin özünü Marksist Ekonomi Politik açısından netçe, dupduru ortaya koyar:
“Demek “Kalkınmanın” emekten başka “dayanağı” da mı var?
“Var ya: Sermaye… Tüm burjuva ekonomi bilimi, hep o emek dışında değer yaratıcı şeyleri arar. Bizimkilerin orijinalliği:
“1) “Sermaye” sözcüğünü burada anmayarak, “emeği” “en büyük” saymakla kalır.
“2) Emeğin “özellikle geri kalmış”lar için büyük dayanaklığına inanır. Ya ileri Toplumlarda emek “en büyük dayanak” değil midir? Hele bir “ileri” olalım. Görürüz…
“Böylesine “Emekten yana” oluş, her işverenin en kutsal ülküsü değil midir?
“Çünkü Kapitalizm içinde yaşadığımızı kimse unutamaz. Kapitalizmde, İşçi için “emeği” yok İşgücü vardır. İşçi başka satacak hiçbir şeysi kalmamış insan olarak işgücünü pazara çıkarır. İşgücünün “Emek” olması, işverenin eline geçtikten sonra, işyerinde başlar. İşgücü işçinin, onun kullanılması ile doğan Emek, işverenin “Kişi mülkü” olur.
“Demek azıcık bilimsel konulunca, Kapitalizmde Emek: İşverenin mülkü olduğuna ve işveren yanında bulunduğuna göre, “Emekten yana” olmak, işverenden yana olmaya döner. Sosyalizm, Kapitalizmde “İşgücünden yana”dır; işveren “Emekten yana”dır. ABA’cıların, hot sosyetede o denli hoşaflı karşılanışları da bundan ileri gelir.” (Hikmet Kıvılcımlı, Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyarmalı, Derleniş Yayınları, Dördüncü Baskı, s. 22)
Gördüğümüz gibi Kıvılcımlı Usta çok net ve en cahil insanımızın dahi anlayabileceği durulukta Emeğin işçinin değil, işverenin mülkü, hatta “kişi mülkü” olduğunu ifade ediyor. “Emekten yana” olanın aslında işverenden yana, “Emek dostu” olanın da işveren dostu olduğuna işaret ediyor.
Peki, Emek konusuyla ilgili TİP Oportünizminden bugünlere bir milim dahi ilerleme kaydedilmiş midir bizim dışımızda kendini “sol” olarak ifade eden örgütler tarafından?
Ne yazık ki hayır…
Bugünkü örgütler de bu konudaki şaşı bakışı sürdürüyorlar. Örneğin bu örgütlerin pankartlara yazdıkları, dillendirince bir şey söylediklerini zannettikleri bir slogan, bir sözde tespit vardır, bildiğimiz gibi. ABA’cı oportünistlerin “en büyük dayanak” dediği gibi onlar da “Emek en yüce Değerdir”, derler.
Yukarıda Emeğin ne olduğunu biz değil, aslında Bilimsel Sosyalizmin Kurucuları anlatıyor, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı anlatıyor. Onlara göre Emek eşittir Değerdir.
Peki bu çerçevede “Emek en yüce Değerdir” deyince aslında ne söylemiş oluyor bu örgütler?
“Değer en yüce değerdir.”
Mantıkta kavramların bu şekilde yeni bilgi içermeksizin, doğrudan kendileriyle tanımlanmalarına “Totoloji” denmektedir, bildiğimiz gibi. Emeğin bu şekilde nitelendirilmesi de bir totoloji örneğidir.
“Emek en yüce Değerdir” ifadesinin mantıkla çeliştiği bir diğer nokta da şudur:
Burada olduğu gibi Emek kavramını, Değer kavramının belli bir sıfat yönünden “en” düzeyine çıkarılmış bir biçimi (en yüce, en kutsal vb.) olarak alırsak; bu önerme, Kıvılcımlı Usta’nın da yukarıda belirttiği gibi, Emek olmaksızın Değer yaratacak başka şeylerin de var olduğunu kabullenmemizi gerektirir. Oysa Devrim Ustalarının yukarıdaki anlatımlarından netçe gördüğümüz gibi Emek, bütün değerlerin üreticisidir ve Değer, Emeğin farklı bir anlatımından başka bir şey değildir. “A” ile “B” aynıysa “B”, “A”nın en yücesi ya da en kutsalı olamaz; bu, en basit mantık kurallarına bile aykırıdır.
Emek kavramına yönelik bu şaşı bakış, kimi örgütlerin kendilerini tanımlama biçimlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’deki çeşitli siyasi eğilimlerin etkisindeki örgütlerden büyük çoğunluğu kendilerini “Emek Örgütü”, “Emek Dostu” olarak tanımlarlar. Kimisi de hızını alamayarak “Emek Partisi” bile kurar. Kimileri ise işi iyice sulandırarak “Emeğin İktidarı”nı kurmaya kalkar.
Şimdi bu siyasi ve örgütsel anlayışların çeşitli yayın organlarında yer verdikleri haberlerden birkaç örnek aktaralım:
“Emek örgütleri, Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın kıdem tazminatının fona devrini yeniden gündeme getirmesine karşı açıklamalar yaptı. Kamu sendikaları da dahil olmak üzere işçilerin kazanılmış hakkı olan kıdem tazminatının gasbedilmesine izin verilmeyeceğini ifade eden emek örgütleri, gerekirse genel grev kararı alınacağı uyarısında bulundu.” (https://www.evrensel.net/haber/377333/emek-orgutlerinden-reform-paketi-ve-kidem-tazminati-tepkisi)
“Sağlık emek ve meslek örgütleri, Ağız ve Diş Sağlığı Hizmeti Sunulan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik’in yaratacağı olumsuzluklara itiraz etmek amacıyla bugün (30 Aralık 2014) Sağlık Bakanlığı önünde ortak basın açıklaması yaptılar.” (https://www.ttb.org.tr/haberarsiv_goster.php?Guid=6767bb18-9232-11e7-b66d-1540034f819c&1534-D83A_1933715A=0c54800b750a2f76906f407a62888a167deb8e5c)
“Emek ve meslek örgütleri, barış akademisyenlerinin yargılanacağı dava öncesi çağrıda bulunarak, “Barış talebini yargılamak, yaşam hakkını, demokrasiyi ve ortak geleceğimizi yargılamak anlamına gelmektedir” dedi” (http://sendika63.org/2017/12/akademisyenlerin-davasi-oncesi-dayanisma-cagrisi-459804/#more)
“Krizin sorumlusunun AKP hükümeti olduğunu ifade eden emek örgütleri, iktidarı uyararak “Krizde yüzde 1’i değil yüzde 99’u koruyun” dedi. Emek örgütleri de vatandaşlara bir çağrı yaptı.” (https://ilerihaber.org/icerik/emek-orgutlerinden-akpye-uyari-halka-cagri-91033.html)
Yukarıda farklı tarihlerdeki ve farklı içeriklerdeki haberlerden yaptığımız alıntıların sonundaki linklerden, bu haberlere hangi siyasal veya örgütsel anlayışların yer verdiği kolayca anlaşılabilir. Bu haberlerde ortaklaşılan şey, “Emek örgütü” tanımlamasıdır. Allah için biz bunları Emekçi örgütleri zannediyorduk. Meğerse bunlar “emek örgütleri” imiş.
Emek örgütü nedir?
Ekonomi Politiğe göre bu tanım neye denk düşer?
Emeğin yukarıda ifade edilen Bilimsel Sosyalizm çerçevesindeki tanımına göre, Kapitalizm koşullarındaki Emek, Parababalarının sömürü düzeninin devamı için bir zorunluluktur. Marks yine Ücretli Emek ve Sermaye adlı eserinde şunu söylüyor:
“Bu yüzden, sermaye ücretli emeği koşul olarak gerektirir, ücretli emek de sermayeyi koşul olarak gerektirir. Karşılıklı olarak, biri ötekinin varlığının koşuludur; karşılıklı olarak, biri ötekini yaratır.” (age, s. 42)
Peki bizler insanı hayvan yerine koyan Kapitalizmi ortadan kaldırmak istiyor muyuz?
Evet…
Ortadan kalkmasını istemeyen kimlerdir?
Parababaları…
O halde kendimizi, Marks’ın ifadesiyle işçinin bir başkasına devrettiği bir meta olan Emeğin “dostu” olarak niteleyebilir miyiz? “Emek örgütü” olarak niteleyebilir miyiz?
Asla…
Çünkü Emeğe tapınan, emeği fetiş haline getiren Parababalarıdır. Çünkü işçinin bu özverisi sayesinde zenginliklerine zenginlik katan onlardır.
Dolayısıyla “Emek Örgütü” arıyorsanız Parababalarının örgütlerine, TÜSİAD’a bakmalısınız, MÜSİAD’a bakmalısınız, TOBB’a vb. örgütlere bakmalısınız. “Emek dostları” onlardır, “Emek örgütleri onlardır.” Ama sizler de illa “Emek Örgütü” olduğunuzu iddia ediyorsanız ona da bir şey söyleyemeyiz tabiî. Ancak aklımıza şu sorunun gelmesini de engelleyemeyiz:
Yoksa Kıvılcımlı Usta’nın yukarıda ABA’cı Oportünistlere söylediği gibi sizlerin de “hot sosyetede o denli hoşaflı karşılanışınız”ın nedeni Emek Örgütü olmanız mı?
Gelelim bir başka aklı evvel tayfaya (Yeni Sahte TKP’ye)…
Onlar ne diyorlar?
“(…) emeğin iktidarı için verdiğimiz mücadelenin mevzilerinden selamlarken…” (http://haber.sol.org.tr/toplum/tkpden-19-mayis-aciklamasi-artik-bu-ulkenin-kurtulusu-emegin-kurtulusu-olacaktir-196839)
Bu arkadaşlar da işçinin bir başkasına devrettiği metanın yani Emeğin iktidarını kuracaklarmış. Güler misiniz, ağlar mısınız…
Bu ucube teoriye yönelik en açık mahkum edişi de HKP Genel Başkanı, Hikmet Kıvılcımlı’nın teori ve pratiğinin şaşmaz devamcısı Nurullah Ankut’tan okuyalım:
“Ne diyorlar, yukarıda aktarılan cümlelerinde bir de?
“Emeğin iktidarı için verdiğimiz mücadele…”
“Hafızlar; yaşınız da biraz geç oldu ama, hani ne der ünlü özdeyişimiz?
“Öğrenmenin yaşı yoktur.”
“Emeğin iktidarı” olmaz. Halkın iktidarı olur, ki Demokratik Halk Devrimi’mizin zaferi sonunda kurulacak olan iktidardır bu, Proletaryanın iktidarı olur. O da, devrimimizin ikinci basamağına, yani Sosyalist basamağa geçildikten sonra kurulacak olan iktidardır.
“Emek, maddeleşmiş değer demektir. Değerin iktidarı söz konusu olmaz…
“Artıdeğer de, Marksistlerin bildiği gibi, karşılığı ödenmemiş olan emektir. Karşılığı burjuvazi tarafından ödenmeden el konulan emek demektir. İşçi Sınıfımızın yarattığı emeğin-değerin bir bölümünün karşılığı ödenmeden burjuvazi tarafından el konulan kısmına verilen addır. Sömürüsünü bu yolla yapar, burjuvazi esas olarak. Neyse, geçelim…” (https://www.hkp.org.tr/yeni-sahte-tkpnin-cifte-hafizlarindan-yine-manda-tezeginden-iri-dolmalar/)
Emek Dostu da, Emek Örgütü de değiliz
Biz gerçek Marksist-Leninistler asla Emek dostu değiliz. Emeği Parababaları tarafından gasp edilen “Emekçilerin” dostuyuz biz. “Emeğin İktidarını” değil Halkın İktidarını kurmak için mücadele ediyoruz. Örgütlerimiz “Emek Örgütleri” değil; “Emekçilerin Örgütleri”dir. İşte bu örgütler kanalıyla metalaşmış, Parababalarının tapınç nesnesi haline gelmiş Emeğin önkoşul olduğu Kapitalizmi ortadan kaldırıp, yarattığı değerlerin eşitçe, kardeşçe bölüşüldüğü kollektif Toplumsal Emeği insan yaşamının bir parçası haline getireceğiz. Ancak o zaman, tıpkı Marks-Engels’in söylediği gibi Emek, zenginlik ve kültür kaynağı haline gelecek:
“Emek, ancak, toplumsal emek olarak, zenginliğin ve kültürün kaynağı olur.” (Marks-Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sol Yayınları, s. 16)
Ve ancak o zaman insanın Emeğine, kendisine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşma durumu ortadan kalkacak. Engels’in söylediği gibi “(…) sağduyuya uygun düzenlerde herkes eğilimi doğrultusunda çalışacaktır. Ancak bu koşullarda emek, aslına dönüşecek, bir zevk halini alacaktır.” (Marks-Engels, Düşünceler Aforizmalar, Derleyenler: Milko Grigorov, Kostadin Katsarov, Yeni Dünya Yayınları, s. 63)
Engels’in tarif ettiği sağduyuya en uygun düzen, insanın insan tarafından ezilmediği, sömürülmediği, Emeğine yabancılaşmadığı Sınıfsız Toplum düzenidir. İnsanlığın 6500 yıldır kaybettiği Cenneti, Sınıfsız Toplumu kurana kadar da mücadelemiz devam edecektir.
27 Nisan 2019
Halkçı Kamu Emekçileri