*İsmail Devrim anısına
Ay ne güzel bu gece, yıldızlar ne kadar parlak. Hayattan istediklerimin çoğunu elde edemedim, basit isteklerdi oysaki. İyi bir iş, başımı sokacak bir ev, sıcak bir yemek. Eşim, evlatlarım rezil olmasın kâfi. Bir yere kadar döndürdük de tekerleği… Ama bugün, oğlum okuldan geldiğinde zaten bayır aşağı giden freni tutmayan kamyon koca bir duvara çarpıp paramparça oldu ki içindeki bendim.
Ne yapalım? Buraya kadarmış be Süleyman! Sen ki uzun yol şoförü, sen ki evlatlarının çınarı, sen ki bu ailenin geçim kaynağı… Aylardır işsizsin, elde avuçta birikmiş ne varsa bitti. Evin kredisi üç gün sonra nasıl ödenecek? Çocukların okul ihtiyacı neyle görülecek? Yahu adam, akşam yemeğine ekmeği nasıl alacağız? Daha dün Bakkal Rıza son uyarısını çekmedi mi sana? Çalınmadık kapıda bırakmadım iş için. Hanım ‘Kaymakamlığa git.’ diyor, görülmüş şey mi başımı eğdiğim? Alnımın teriyle kazanmadıktan sonra dilencilik mi edeceğim?
‘Süleyman, oğlunu bugün okul forması için okuldan göndermişler. Git bir öğretmenleri ile görüş.’ dedi ya hanım; ne görüşeceğim? Ne diyeceğim? ‘Yeter be adam! Aylardır susuyorsun! Sen gitmezsen ben gider derim!’ de dedi. Gider bilirim. ‘Bırak temizliğe bari gideyim de nafakamız çıksın.’ da demişti, ilk defa ona el kaldıracaktım o gün. Kanım şakaklarımda aktı, kanım kulaklarımda zonkladı. Süleyman’ın karısı çalışacak! Süleyman evde iş kovalayacak! Bu lanet olası bacak böyle tutulmamış olsaydı, böyle beton gibi, direk gibi kalmamış olsaydı; muhtaç olur muyduk ele güne? Karım çalışmak ister miydi hiç? Çok değil 10 ay önceydi, tamam süper lüks bir yaşantımız yoktu ama yuvarlanıp gidiyorduk işte. Bir kaza dört kişinin rızkını kesti.
Her şey ateş pahası oldu. Elektrik, su, doğalgaz. Hoş, ucuz olsa ne yazar? İş mi var? Para mı var? Her gün zam, zam, zam… Kriz yokmuş, yoktur tabii. Geçen ay 60 lira gelen su faturası, bu ay 100 lira geldi. Kredi taksitini de ödeyemeyeceğime göre evden de çıkarırlar yakında. Kiralar kredi taksitinden beter, cebimde kaparo parası bile yok ki ev tutayım.
Kalmadı çarem, birazdan banyoya gidip gerekeni yapacağım. Birazdan aralarından ayrılıp -düğünümde taktığım- tek kravatımla hayatıma son vereceğim. Yardım mı isterler, karım mı çalışır; bilmiyorum artık, ben en azından bu utancı yaşamayacağım daha fazla. Bittim. Ben tükendim. O kazada keşke ölseydim. Vakti değilmiş demek, bu gece olacağı varmış. Yarın yeni güne uyanamayacağım. Bir saat sonra burada olmayacağım. Yemeğimi aynı sessizlikle yiyeceğim. Evlatlarımı tek tek süzeceğim ki unutmayayım. Ölünce unutur mu insan? İntihar büyük günah demişti köyün imamı bir keresinde, günahtır tabii. Ama zaten cehennem tam burada değil mi?
Haydi Süleyman, son yolculuğuna çık bakalım. Uzun yol şoförü. Şimdilerde bir hiç. Hiçten de beter bir asalak. Çocuklarına rızk taşımadığın yetmezmiş gibi, bir de onların rızkını yiyen bir boğazsın; git de çek ipini, git de kaybolduğun bu durumdan kurtul. Kızın sokakta simit görüp istese beş kere düşünmeye başladın, alsam mı almasam mı diye. Rezilsin, rüsvasın. Her şey bitsin bakalım…
Süleyman öldürdü kendini.
Süleyman gazetede 3. Sayfa haberi oldu.
Süleyman, bu kokuşmuş düzenin ezdiği, ölmeye zorladığı, sonuna kadar sömürdüğü ve posasını bıraktığı milyonlarcasından sadece bir tanesiydi.
Süleyman direnemedi, daha fazla gayret edemedi.
Süleyman yoksulluğundan utandı, sıkıldı çünkü çoğunuz gibi hiç yoksulluk nedir bilmemişti.
Bu düzeni var edip insancıllığı lağva edenlerin vicdanı (?) hiç sızlamadı. Zaten vicdan onlar da ne arardı? Kriz yoktu, uçak hediyeydi, ihya dönemindeydi. Onların tuzu zaten kuruydu.
Ama siz bayım, siz Süleyman futbol maçına gidebildi diye, ünlü bir takımın forması ile fotoğraf çektirdi diye onun intiharını sorguladınız.
Siz bir de anne olacaksınız ki, iki çocuğumla hayat mücadelesi veriyorum ben, erkekler neden böyle; Süleyman da direnseydi çocukları için diyerek insanlığınızı ortaya koydunuz.
Bir diğeriniz Süleyman’ın intiharını vicdan sömürüsü diye damgaladı. Adam öldü yahu! Neyi sömürecek?
Başka biri devletten yardım isteseydi diye buyurdu.
Siz sakalından utanmayan çok Müslüman, intihar büyük günah diye fetva verdiniz.
Hiçbirinizin o ünlü Fransa Kraliçesinden farkı yok! Hani şu kafası giyotinde giden, ekmek bulamazsa pasta yesinler diyen.
Siz bu düzenin yarattığı aşağılık çıktılarsınız. Zaten siz ve sizin gibiler olmasaydı, bu süreç işlemiyor demekti. Ama işte eninde sonunda insansınız ya derinlerde bir yerlerde olan o vicdan müsveddesi ‘şey’ ucundan kıyısından sancıdı ki hemen savunmaya geçtiniz. Üzülmek yerine, o da şöyle yapsaydı böyle yapsaydı diye konuşmaya başladınız! Hangi ara vicdanınızın ırzına bu kadar geçildi ki ağzınızdan köpükler saça saça intihar etmiş bir adamı yargılayıp yaftalayabildiniz?
Siz bu düzeni kuran ve sürdürenlerden daha aşağılık ve adisiniz! Siz o düzenin devam etmesini sağlayan yegâne şeylersiniz!
Ve biz.
Biz eninde sonunda, öyle ya da böyle hepinizi ama hepinizi yeneceğiz! Düzeninizi başınıza yıkacağız!
Anneler çocuklarını ısıtabilecek, babalar da çocuklarına pantolon alabilecek.
Halkçı Kamu Emekçileri